Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Tunus’tan sonra Mısır’da harekete geçen halk kitleleri, bu satırların kaleme alındığı gün ve saat itibariyle mevcut iktidarı protesto etmekteydi. Bu gösterilerin vücut dili, son derece mânidardır: Protestocuların temel talebi diktatörlerin ülkeden uzaklaşması, daha yüksek refah seviyesi, iş imkânları ve hürriyettir; bu temel ve basit talepleri kısaca “Adalet” kavramında özetleyebiliriz. Her iki ülkede de göstericilerin, fırsattan yararlanarak dinî bir heyecan ve talebi seslendirdiklerine şahit olmadık. Özellikle Mısır’ın en güçlü ve teşkilatlı muhalefet partisini teşkil eden İhvan-ı Müslimin’in, gösterilerde öne çıkmamaya ve dinî bir retorik kullanmamaya itina göstermesi dikkat çekiciydi.

Türkiye’de hükümetin arkasındaki halk desteğinin, aslında gizli bir İslâmi muhteva taşıdığını öne süren ve en küçük vesileyle halkı, “Hayat tarzımızı değiştirmeye çalışıyorlar” diye kışkırtmaya çalışan laikçi çevrelerin, bu ince noktayı tekrar tekrar incelemesinde fayda var. Uzaktan bakılınca en dindar, en radikal görülen toplulukların bile temel dileği, bizim laikçi safderunların sandığı gibi din devleti veya Şeriat düzeni değil, insan gibi yaşamak, onurla yönetilmek ve hür olmaktır. Türkiye’de dindarlar da dindar olmayanlar da evvela insan gibi yaşamanın altyapısını talep ediyor ve hükümetlerden bunu bekliyorlar.

Türkiye’de bu talepler, kitlelerin sokağa dökülüp diktatörlük kapılarını zorlamasıyla değil, demokratik teamüllere uygun biçimde seçim sandığı ile dile getiriliyor. Hukukun denetiminde yapılan seçimlerde kim üstünlük elde ederse ülkeyi o yönetiyor; ne var ki baskıyla yönetilen bazı İslâm ülkelerinde demokratik kanallar iyi işletilmediği için insanlar en tabii, en basit isteklerini dile getirmek için sokağa dökülmek zorunda kalıyorlar.

Bu, Türkiye’nin özelliği, üstünlüğü ve farkıdır.

Türkiye’de demokratik kültür ve altyapının mükemmel olduğunu ileri sürecek değiliz elbette fakat hesaba katmalıdır ki, hükümeti devirmek için asker-sivil kişilerin devlet imkânlarını kullanarak kurdukları cuntacı çetelerin yargılanması bile tamamen hukuk kuralları içinde ve açık tarzda cereyan ediyor: Sanıklar savunma haklarını sonuna kadar kullanabiliyorlar. Türkiye’de sanıkların mahkemeye çıkmadan önce dayakla ifade vermeye zorlandıkları dönemler çoktan geçti; bu ülke, vaktiyle işlenmiş hukuksuzlukların, keyfiliklerin, faili belirsiz cinayetlerin hesabını yine hukuk içinde kalarak sormak için büyük azim ve itina gösteriyor.

Muhalefet partileri pek yeterli bulmasa da Türkiye’de iletişim kanalları sonuna kadar açık. Basında hiçbir kimsenin, grubun, yazarın, gazetenin aklından geçirip de dillendirmeye çekindiği konu yok. Hükümet, hepimizin de şahit olduğu üzere kıyasıya eleştiriliyor ve eleştirilmeli. Öğrenciler, insanlar, partili-partisiz insanlar, zaman zaman protesto ile hakaret arasındaki ince çizgiyi ihlâl etseler de eylemlerini yapabiliyorlar. Bu ülkenin meclisinde ve o meclisin içinde en radikal partiler, en aşırı görüşlerini bile dile getirilebiliyorlar.

Daha altı ay önce Türkiye referanduma gitti ve anayasasının tasarımını halkın oyuyla değiştirdi.

Bu manzaraya bakıp bakıp da “Faşizm geliyor; şartlar olgunlaşınca ihtilâl meşrulaşır” diye anlam çıkaranların, İslâm ülkelerindeki protestocu hareketlerin temel tabiatını ve niteliğini iyi incelemeleri lâzım. Bizim demokratik standartlarımız henüz ne yazık ki AB seviyesinde değil fakat Türkiye’de faşizm tehlikesi görmek için insanın ya basiretten mahrum veya ana muhalefet partisi lideri olması gerekiyor anlaşılan.

İNANILIR GİBİ DEĞİL: CHP NE YAPIYOR?

İnanılır gibi değil doğrusu; CHP, Haziran seçimlerine doğru daha şimdiden ufukta beliren seçim mağlubiyetini engelleyebilmek için aklına gelen her şeyi politika masasına koyarak âkıbetini engellemeye çalışıyor. Vaktiyle İsmet İnönü’nün devrin başvekili Adnan Menderes’i kasdederek söylediği,

-Arkadaşlar, şartlar tamam olduğunda ihtilal, milletler için meşru bir haktır. Bu yolda devam ederseniz ben de sizi kurtaramam sözü, aradan geçen yarım asırdan sonra CHP’nin çiçeği burnunda yeni genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu tarafından Başbakan ve hükümeti imâ ederek tehdit makamında söylendi.

Gerçekten inanmak çok zor. Kılıçdaroğlu, gerçekten böyle düşünüyorsa CHP’nin psikolojisi gerçekten berbat durumda demektir.

İsmet İnönü o tehdit cümlesini, Meclis’te kurulan tahkikat komisyonu kendisine 12 oturum Meclis’e girmeme cezası verdiğinde Demokrat Partililere hitaben söylemişti. Aradan iki sene geçtikten sonra ordu içinde bir cunta, DP hükümetini silahla devirip meclisi kapatarak anayasayı açıkça çiğneyince, İsmet İnönü aynı dirayet ve belagati cuntacılara karşı gösterememiş, tam aksine darbeyi, “Memleketi gayrimeşru bir baskı idaresinden kurtaran meşrû bir ihtilaldir” diye aklamıştı.

Türkiye, darbeyi alkışlayan ve hoş gören tarihî kahramanlar da gördü!..

CHP’nin 1946’dan bu yana seçim sandığına takılıp kalmasında, cuntacıların darbesini aklamak ve desteklemek, 27 Mayıs’a medhiyeler düzmek gibi sâbıkalar var. CHP, çok partili hayata geçildiğinden bu yana hiç seçim kazanamadı ama mazlum DP çizgisini izleyen partiler defalarca toplumun tasvibini kazanarak ülkeyi yönettiler; hâlâ yönetiyorlar. Bu gerçeğin altında en müfrit CHP’lilerin bile fark edebileceği bir nükte yok mudur?

Hâl böyleyken Kemal Kılıçdaroğlu’nun, hükümeti tehdit etmek için İsmet İnönü’nün sözlerini hatırlatması ve üstüne üstlük, “Durum DP döneminden daha da ağır” diye anlamı katmerleştirmesi, kendisini ve partisini sevimsiz göstermekten başka hiçbir işe yaramıyor.

O devrin gözlemcileri, İsmet İnönü’yü, DP karşısında bir türlü seçim kazanamayacağına inandığı için, bu benzeri sataşmalarla Adnan Menderes’in psikolojisini tahrib etmek, kimyâsını bile bile bozmakla itham ederler. Bu çerçeve hatırlandığında Kılıçdaroğlu’nun, “Erdoğan’ın ezberini bozdum, kimyasını da bozacağım.” diyebilmesi başka türlü bir anlam kazanıyor.

Evet, gerçekten inanılır gibi değil. CHP lideri, Türkiye’nin AKP’ye karşı tepki vermeyen bir topluma dönüştüğünü, medyanın susturulduğunu, sivil toplum kuruluşlarının, üniversitelerin baskı altında olduğunu, iş adamlarının “Medya önünde konuşursam ceza yerim” diye korktuğunu ileri sürerek, “Türkiye ağır ağır faşizme gidiyor” tesbitinde bulunuyor.

Türkiye’nin Faşizm’e doğru gitmesinin gözle görünür misâli ise Kılıçdaroğlu’nun ifadesine göre küçük yerlerde halkın CHP konvoyuna selam vermeye korkması imiş. Halkın kendisine ve partisine teveccüh göstermeme sebebini kendinde arayacağına kolayı seçerek ülkenin Faşizm’e gittiği yorumunda bulunan Kılıçdaroğlu, bu hâliyle partisini ve önündeki seçim sürecini yönetmekte acze düşen ve paniğe kapılan bir politikacı çehresi çiziyor.

CHP, kağıt üstünde büyük fakat gerçek boyutlara dönüldüğünde hâlâ varlık sebebini arayan ve anlamaya çalışan bir partidir.