Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Her insanın tabiatında mevcut bulunan milliyetçilik hissinin doğru yönlendirilmesi için bugünlerde, her zamandan daha ziyade emek ve dikkat sarfı gerekiyor. 1975'te ilk "Milliyetçi Cephe" hükümeti kurulduğu zaman bu beraberliğe omuz veren Adalet, Milliyetçi Hareket, Milli Selamet ve Cumhuriyetçi Güven Partisi liderleri, kısa zamanda sol basın tarafından "MC" kısaltmasıyla ifade edilmeye başlayan cephenin ne kadar mel'un bir klişe haline getirileceğini elbette bilemezlerdi:

MC, kısaca faşizmi temsil eden bütün kötülüklerin sembolü gibi yaftalanmış ve bir hakaret kısaltması halinde damgalanmıştı. İşte bu yüzden "MeCe" hükümetleri ölü doğdu, ülkeyi 12 Eylül'e götüren kargaşa sürecini hızlandırmaktan başka işe yaramadı. Millet, millî ve milliyetçilik kelimeleri, 61 anayasasında lâfzen ifâde edilmesine ve devlet felsefesine dair bir kavram olduğu açıkça vurgulanmasına rağmen1960 ile 80 arasında Türkiye'nin şartlarına mahsus özel bir anlam kazandı. Ne gariptir ki o dönemin milliyetçileri, devletin bu kavrama lâyıkınca sahip çıkmadığını, üvey evlât muamelesi gördüğünü ileri sürüyorlardı. Türkiye'nin zihnî mânâda "sol—sağ" kavramları etrafında ikiye bölünmesinde milliyetçilik kavramının da mühim payı vardır.

Milliyetçilere vatanseverlik öğretmek!

O devrin milliyetçileri kesinlikle devletçiydiler ve misyonlarını "devlet—i ebed müddet" terkibiyle ifade ediyorlardı. Halbuki, "MC"nin iki büyük ortağından birisi olan Milli Selamet Partisi, milliyetçiliği "kavmiyetçilik" karşılığıyla anlar ve bu haliyle reddederken "millî" kelimesine özel bir vurguda bulunmayı ihmâl etmiyordu. MSP'nin parti programı "Millî Görüş" ismini taşıyordu ve henüz siyasi İslâm'ı telaffuzda zorlandıkları için onlara göre "millî" kelimesi, daha ziyade milletin inanç boyutuna, yani İslâm'a doğrudan atıfta bulunuyordu.

12 Eylül ertesinde devlet,"millî, millet, milliyetçilik" kavramlarına yeniden sahip çıkmaya başlarken, kavramın eski karşılıklarını da incitici bir tavırla reddediyordu. O günlerde Mamak Cezaevine konulan eski MHP yöneticisi ve gazeteci Taha Akyol'un 26 Ocak tarihli Zaman'da yayınlanan röportajında çok ilginç bir anekdot yer alıyor, aynen: "İlk görüş yapılacak. Hanımlar geliyor. Çok soğuk bir kış günü. Bizi sıraya dizdiler. Tel örgünün öbür tarafında eş ve çocuklarımız var ve biz asker usulünde geliyoruz. Saç bıyık kesilmiş. Hazır ol ve rahat komutu ile geldik. Hazırola geçince 'başla' dediler. Eşlerimizin karşısında bize andımızı okuttular. Onlar bizi ağlayarak izledi. Halen bu olay çok ağırıma gider. Bunu yapmayabilirdik; ama o zaman bizi eşimizin, çocuğumuzun karşısında döverlerdi ve bu daha büyük rencide edici bir olay olurdu."

Kendi tarif ettikleri kavramlar uğruna mücadele ettikleri için sadece milliyetçiler değil, hemen herkes benzeri hakaret ve işkencelere maruz bırakılmıştı ve devlet adeta temel siyasi kavramları yeniden tarif etmeye karar vermişti.

Kavram tarif edilecek: Et!

28 Şubat 1997 tarihi, devletin "kavram düzeltme" gayretinin yeni boyutlarını gözler önüne serdi; siyasi İslâm "arananlar" bültenine konuldu, milliyetçilikte devletin tehlikeli bulduğu unsurları benimseyenlerin dikkati çekildi. İrticâ, her zaman işe yarayan bir analiz vasıtası olarak gündeme getirilerek devletin irticâ ile mücadele görevine yeni meşruiyet faktörleri ilave edildi. 12 Eylül dönemi Atatürkçüleri'nin performansı hayal kırıklığı yarattığı için Atatürkçülük yeni bir çerçeveye yerleştirildi. Birdenbire bütün resmi tören ve toplantılarda, Cumhuriyet'in onuncu yılından kalma marş, "remiks" versiyonu ile çalınıp dinlenmeye, gözler yaşararak söylenmeye başladı. Dönemin en dikkat çekici "kavram düzeltme manevrası", Gülhane Tıp Akademisi'nde yapılan bir resmi konuşmada hissedildi: Konuşmacı, İstiklâl Marşı'nın şairinin şahsiyet ve fikriyatını ağır kelimelerle eleştirerek, İstiklâl Marşı'nın adeta elle tutulur hale getirdiği "Milli ruh"un yeniden tarifi yolunda radikal bir adım atmak cesaretini gösterdi. Günün birinde İstiklâl Marşı'nın gerek metni, gerek şairinin şahsiyet ve fikriyatı ile bütünleşmiş anlamının resmi ideolojiyi rahatsız edeceğini kimseler tahmin edemezdi.

Yeni "Ulusalcılık"ın yükselişi

İşte tam o günlerde yeni bir milliyetçilik yorumunun, kadim milliyetçilere göre hiç de ehil olmayan kişi ve kuruluşlar tarafından seslendirilmeye ve savunulmaya başladığını gördük. Devrin yükselen eğilimi haline gelen milliyetçilik, artık "ulusalcılık" diye ifade edilmeye başlanıyor ve "Türk—İslâm sentezi" etrafında geliştirilen klasik ama nisbeten "sivil" milliyetçilik yorumuna inat ulusalcılığa "seküler" bir çerçeve çizilmeye çalışılıyordu. Yeni "Ulusalcılık" yorumu, özellikle devletin yüksek kademelerinde görev yapan asker—sivil bürokratlar tarafından hızla benimsendi; yüksek hâkimler, savcılar, müsteşarlar, generaller, kamuoyu önünde yaptıkları açıklamalarda Türkiye için en iyi yolun Atatürk tarafından temel esasları belirlenmiş "ulusalcılık" fikri olduğunu sık sık vurguladılar. Ne var ki bu camia içinde "ulusalcı" tutumu ile en çok zihinde kalan kişi ve kurum, 12 Eylül döneminden önce Maocu çizgide siyaset yapan Doğu Perinçek ve onun İşçi Partisi oldu. Perinçek, eski milliyetçileri hayret ve şaşkınlık içinde bırakan çıkışlarıyla dikkat çekerken adeta, devletin öngördüğü yeni milliyetçilik anlayışının temel çerçevesini kamuoyuna öğreten bir reklam figürü gibi fonksiyon ifa etti. Perinçek?i, sol dünyanın ilginç isimlerinden Yalçın Küçük, Mümtaz Soysal gibi isimler takib etti. Iskalamamak gereken önemli nokta, 12 Eylül öncesinde "devletçi" niteliği ile bilinen klasik milliyetçiliğin, 12 Eylül sonrasında kısmen sivil tezlere açılması veya eski kadroların sivil siyasetten yana ağırlık koymasına mukabil yeni "ulusalcılık"ın, tavizsiz bir tarzda devlet üzerinden ulusalcılık yapmak eğilimi içinde oluşudur. Milliyetçilikle devlet arasındaki ilişkinin zayıflaması, sanki yaşadığımız dönem içinde restore ediliyor gibidir.

İbret payı

Bu ibretlik dönüşümden çıkarılması gereken pay, vatanseverliğin ayrılmaz parçası gibi takdim edilen tabii milliyetçilik hissinin, resmi politikaların kamuoyu baskısı ve sorgusuna maruz kalmadan serbest ve rahat bir şekilde sürdürülebilmesi için nasıl elverişli bir araç olarak kullanıldığıdır. Milliyetçilik duygusunun ideoloji haline getirilmesinin en büyük tehlikesi, bu yolla toplumun ve kamuoyunun bakar gözünün şaşı, işiten kulağının sağır ve söyleyen dilinin lâl kılınabilmesidir. Buna mukabil milliyetçilik, toplumun kamu işlerine ve kamu çıkarı kavramına yakınlık duymasının, siyasi katılmanın en temel araçlarından birisi olarak vazgeçilmez bir ağırlık taşıyor. Hâsılı kelâm, her insanın tabiatında mevcut bulunan milliyetçilik hissinin doğru yönlendirilmesi için bugünlerde, her zamandan daha ziyade emek ve dikkat sarfı gerekiyor.