Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Japon kılıcını bilirsiniz değil mi; hani şu düz gibi görünen ama hafif eğri, filmlerde Samurayların kullandığı o dünyaca meşhur kılıç. Hatırladınız?..

Peki, Türk kılıcını bilir misiniz? Neye benzer; şekli, özellikleri nasıldır?

Bilemediniz; bilemeyişiniz gayet normal; çünkü, "Katana" adı verilen Japon Samuray kılıçlarının dünya çapındaki popülaritesine mukabil Türk kılıcının adı yok. Biz Türkler, umum itibarla henüz köylülükten şehirleşmeye geçiş safhasını idrak ettiğimiz için bu gibi değerlerimizi bilmeyiz. Bir başka şehre gittiğinde müze gezmeyi alışkanlık haline getirenimiz, o bölgenin tarihi eserlerini ziyaret edenimiz "kırk hopta bir hop" mesâbesindedir. Milliyetçilik bahsi açılınca hamâseti kimselere bırakmayız da, mesele milli kültür değerlerine gelince suskunlaşıveririz. Bugün Japonların "Katana"sı, bütün dünya televizyonlarında gösterilen ve büyük ilgi çeken belgesel filimlere konu teşkil ediyor; Japonlukla, Japonya’yla ilgisi olmayan her milletten bu gibi kültürel inceliklere meraklı insanlar, internet üzerinden cayır cayır satılmakta olan Japon kılıçlarına yüzlerce dolar ödeyerek evlerini süsleyip koleksiyonlarını zenginleştirmekteler.

Neyse, "debbağ sevdiği deriyi yerden yere vurur" denilmiştir; kendimizi yermekte ifrâda varmadan haber vermek isterim ki, bizim de dünya çapında varlığıyla, estetiğiyle ve bir kavme mahsus olmasıyla övünüp duvarlarımıza asabileceğimiz tamamen yerli (ve elbette tarihi) bir kılıcımız var:

Yatağan!

Yatağan kılıçlarının vatanı, öteden beri demircilik sanatı ile şöhret bulan Denizli’nin Serinhisar ilçesi imiş ve Muğla’daki santraliyle tanınan Yatağan adlı yerleşim yeriyle ilgisi bulunmamakta imiş.

Bilindiği kadarıyla Denizli’nin Yatağan’ında, beş asırdan beri Yatağan kılıçları imâl ediliyor. Tam tarihini hatırlamıyorum, 90’lı yıllarda Denizli’de yayınlanan "Yatağan" isimli derginin logosunu bu ünlü kılıç süslemekteydi ve dergide Yatağan kılıcı hakkında gayet etraflı yazılar yayınlanmıştı; defalarca süren ev ve büro taşınmaları esnasında TRT’nin Belgesel programlar şubesinde çalışan kadim dostum Mustafa Nadir Önay’ın fedakarlığı ile yayınlanan o dergiyi bir şekilde kaybettiğim için kendimi affetmiyorum.

Tekrar Yatağan’a dönelim, yani kılıca. Bu silaha beslediğim aşk, hediyelik eşya satan bir dükkanda, paslanmış, kadidi çıkmış, defalarca kaynak ve tamir görerek kılıçlığından artık utanır hale gelmiş bir yatağan görmemle başladı. Perişan haline rağmen çok estetik, nefes kesecek derecede güzel bir aletti fakat orijinalliğini çoktan kaybetmiş olduğu için onu edinmek için içimde arzu duymadım. Ta ki, eski Sivas, yeni Denizli Valisi Dr. Hasan Canpolat’la o telefon sohbeti esnasında Yatağan adı geçene kadar. Vali Canpolat’a -kültür yatırımlarına ne kadar meraklı olduğunu bildiğim için- "tereciye tere satar" pozlarında Denizli’de artık yatağan imal edilip edilmediğini, edilmiyorsa bu müthiş Türk silahını ihyâ etmek gerektiğinden bahsediyordum ki müjdeli haberi aldım: Denizlililer yatağanın kıymetini elbette biliyorlardı; üstelik bu silahların -turistik ve hediyelik amaçlı- üretimi de yapılıyordu; hatta istersem bana bir tane hediye edebileceklerini duyduğumda, mahcubiyeti, utanmayı bir tarafa bırakıp, "vallahi de isterim, billahi de isterim" diye atılmaktan nefsimi men edemedim.

Lâfın sonucunu kestirdiniz; artık benim de bir Türk kılıcım, Yatağan’ım var. Evimin duvarlarını süsleyen hat levhalarının önünde, Türk’ün satvet günlerini anıştıran aziz bir hâtıra olarak duruyor ve ben yatağanımı şimdi zevkle seyrediyorum.

Denizli Valisi Dr. Hasan Canpolat’a aleni teşekkürlerimi sunuyorum.


Yine Yatağan’a dönelim; bilenlerin mâlumu; Yatağan sıradışı bir silah; eğri tarafı -herhalde kemik kırmak için olacak- enli ve kalınca; keskin olan yanı ise tırpan gibi içte kalıyor. Ağırlık dengesi namlunun ucuna doğru aktarıldığı için dünyanın en iyi yarıcı ve kesici silahlarından biri kabul ediliyor. Bu konuda yararlandığım ekşisözlük yazarlarından bazılarına göre bu özelliği ile Katana’dan daha makbul bir dizayna sahip olan Yatağan, balçaksız, yani namlu ile kabza arasında eli korumaya yarayan demir çıkıntının olmadığı bir silah. Kabzası ise genellikle hayvan kemiğinden yapıldığı için olsa gerek bitim yerinde iki yana doğru genişliyor ve rahat ve güvenli bir tutuş sağlıyor.

Dünyanın en iyi silah müzelerinin vitrinlerini süsleyen Yatağan, Yeniçeri birliklerinin ve deniz piyadelerinin (Levent) vazgeçilmez kadro silahı olarak yakın dövüşteki üstün avantajları ile tanınıyor.


Sözü, ekşisözlük yazarlarından "Cuma" mahlaslı yazarın birkaç cümlesi ile noktalamak istiyorum: "Bu kılıç bana Avrupalılar’ın kılıç yapma konusunda ne kadar yeteneksiz olduklarını göstermiştir; ayrıca bana -bir yerlerden bulup alsam da evin bir duvarına asıp bütün gün onu izlesem- dedirtecek kadar güzel işçiliğe sahip olan bu silah, her gün Topkapı Sarayı’na gidip görülesi bir alettir."

Bir başka ekşisözlükçü ise işi alenen şiir vadisine dökmüş, okuyalım: "Harbiye Askerî Müzesi’nde himaye edilen bir yatağanın üzerinde şunlar yazar: ‘Senin yatağanınla ölen, çabuk ve mutlu ölür.. şarapla mı dövdün çeliğini..." Bir an ustasının o silahı dantel gibi ince ince işleyişi, göz nuruyla gecelerce uğraşması, silahdarının o yatağanı savaşlarda binlerce sefer kınından parlatarak çıkarması, defalarca hasmın etini dağlaması gözümün önünde parladı gitti..."


Türk kılıcı Yatağan! Aklınızda olsun; artık ‘haberim yok, bilmiyordum’ diyemezsiniz.

Üstelik Katana’lardan bile güzel!