Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Kürt meselesinin yeniden terör kavramı ve kapsamı içine alınması, ülkeye her mânâda kan ve mesafe kaybettiriyor.

1925’te Şeyh Sait İsyanı, Ankara tarafından aynı yaklaşımla karşılanmıştı. Yunan Harbi’nden yorgun ama özgüveni tazelenmiş bir psikolojiyle çıkan Ankara, meseleyi ‘askerî’ kapsama soktu. Kürtlerin, İngiliz politik desteğiyle isyana kalkıştıklarını kabul ederek bölgeye orduyu sevk etti ve isyan sert ve kanlı bir yaklaşımla bastırıldı.

Sonraki Kürt ayaklanmalarında ‘Şeyh Sait modeli’ örnek tutuldu. Yirmi civarındaki isyanı devlet şiddet kullanılarak bastırdı.

‘Bastırmak’ fiiline dikkat çekmek istiyorum: Bastırmak, ‘çözmek’ten, sonucunda herkesin mutlu olabileceği bir yaklaşımı tercih etmekten farklı bir usûl. Kürtlerin tercih ettiği şiddet yoluna daha güçlü ve kapsamlı kamu gücü kullanarak karşı şiddet uygulamak itirazları bastırabiliyor ancak çözmüyor.

Şeyh Sait İsyanı üzerinden 90 yıl geçti; bu 90 yıl hep ‘bastırmak’la geçti. Bastırmak, ertelemek anlamına geliyor, problem ortadan kalkmıyor.

AK Parti’nin ‘demokratik çözüm’ü denemesi farklı bir yaklaşımdı, cesurdu. Çözüm sürecinde AK Parti, uygulamada önemli taktik hatalar yapmasına rağmen desteklenmesi gereken bir riski göğüslemişti. ‘Çözüm’ün ‘çözülme’ olduğunu ileri süren radikal milliyetçi çevreler hariç hemen herkes, elini taşın altına sokan AK Parti hükümetine destek verdi.

AK Parti tarafından başlatılan çözüm süreci, 2015 yılında AKP’nin tek yanlı kararıyla şaşırtıcı bir şekilde sona erdirildi. AK Parti’nin politikasını AKP ortadan kaldırıp yok saydı ve 90 yıl geriye dönerek şiddete karşı ‘meşrû devlet şiddeti’ kullanmak yoluna gidildi.

Bu ani politik dönüşün sebeplerini unutmamalıyız. 2015’deki genel seçimlerde oy kaybına uğrayacağını gören AKP, merkez sağ öbeğindeki milliyetçi oyları kendi safına çekebilmek için çözüm masasını devirdi. Beklenen oy kaybı vuku bulunca bölgede şiddet, âniden anlamlı bir yükselişe geçti. PKK, bu değişikliği canına minnet bilip eylemlerini kırlardan şehir merkezlerine doğru yaydı, İstanbul ve Ankara’da (kimin üstlendiği bu safhada anlamını kaybediyor) kanlı imha eylemlerine başladı.

Bugün itibariyle AKP ve PKK durumdan hoşnut görünüyor. AKP, MHP’ye kayan milliyetçi oyları yeniden kazanmayı başardı. PKK ise çekiç ve örs arasında kalan Kürt halkını âdeta rehin alarak Kürt muhalefetinin tek temsilcisi durumuna geldi. Farklı tonlarda itiraz eden sair Kürt muhalif toplulukları marjinalleşti ve ufaldı.

Toplulukların, kriz anlarında ‘bilinen marka’ya yönelme eğilimi çift taraflı kullanıldı. AKP, milliyetçi oyları bünyesine celbederken, PKK da en güçlü ve tanınmış ‘Kürt markası’ hâline geldi.

Bu şekliyle şiddet denklemi iki tarafa da yaradı fakat 1925 şartlarında değiliz. Kürt muhalefeti, Suriye’deki karmaşık durumdan faydalanarak kendine uluslararası destek sağladı. Biz içeride şehirlerin merkez ilçelerinde barikat ve hendek temizleme operasyonlarına yoğunlaşırken PKK, tabii uzantısı PYD aracılığı ile Suriye’nin kuzeyinde fiilî bir düzen kurdu, kantonlaştı ve bu kantonal yapı şu anda ABD ve Rusya tarafından açık, Suriye ve İran tarafından ise örtülü himâye görüyor.

Kürt taleplerini bastırmakta 1925 stratejisine dönmek açık bir ‘kaybet-kazan’ formülüdür. Kürt vatandaşların devlete duyduğu hissî bağlılıkları imha ederek kaybettiğimiz cevheri, hükümet seri seçim başarıları ile telafi ettiğini düşünüyor.

Konunun uluslararası bir mesele hâline gelmesi canımızı sıkıyor ve bu yüzden PKK’nın Suriye’deki YPG uzantısı aleyhine politik kampanya sürdürüyoruz. Bu mücadeleyi kazanmak artık çok zor. Suriye daha şimdiden parçalandı ve paylar daha üleştirilmeden PKK kendisi bakımından en büyük kazancı sağladı bile. Suriye’nin geleceği hakkında kurulan uluslararası masada artık belirleyici aktör durumunda değiliz; işte bu bilinçle AKP Hükümeti bütün dikkatini ‘iç kazanç’a yoğunlaştırmış durumda; hatta ‘kazanç’ı büyütmek için bir kara harekâtı bile düşünüldü ama neyse ki uluslararası toplumun baskısıyla bu sevimsiz ihtimalden vazgeçilmiş görünüyor.

AKP’ye ‘kazan-kaybet’ oyunu gibi görünen bu denklem, Türkiye açısından ne yazık ki bir ‘kaybet-kaybet’ açmazına dönüştü. Kaybeden sadece iktidar partisi değil maalesef, Türkiye kaybetti ve kayıplarımız çok yönlü olacak gibi görünüyor.