Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Yaş itibariyle mensubu bulunduğum kuşak, emeklilik çağına girdi; kimi gözükara bir kararla atıldığı emeklilik günlerinin ilk panikleriyle boğuşmakta, kimi, "olduk diyelim, ne yapacağız" hesabında; kimi gün sayıyor, kimi, "git diyene kadar yerimden kımıldamam" diye erteliyor meseleyi.

İşsizi bunca bol ülkede emeklilik, üzerinde düşünülmeye değer bir mesele gibi görünmez; halbuki işsizlikle emeklilik, aynı olgunun farklı tarzda yansımış halidir; çünkü çalışıyor gibi görünen nüfusun karabasanı işsizliktir. Emekliliğin ilk günlerinde birdenbire içine düşülüveren atâlet hâli: "Ben şimdi ne yapacağım, neyle uğraşacağım, hangi işe yarayacağım" tedirginliğinin doğurduğu korku. Esnafın, tüccarın, serbest meslek sahibinin emekliliğini belki ayrı kategoride değerlendirmek lâzım; onlar kendi yağıyla kavrulmak ve kendi kendini istihdam etmek uğraşısı esnasında didinirken günün birinde kapıya dikilen emeklilik ihtimâlini, hayatlarını ikiye ayıran dramatik bir yol ayrımı gibi görmüyorlar, galip ihtimâlle Bağ-Kur'un tahsis ettiği az buçuk emeklilik maaşını bile görmezden gelerek işlerine tutunabiliyorlar; bir mânâda onlara emeklilik haram. Yine dükkân, yine tezgâh, yine çek-senet sevimsizlikleri, kira, stopaj, sigorta sancıları. Burada bahsi edilen daha ziyade devlet memurlarının, sigortalı işçilerin emekliliği.

İşsizlikle emeklilik nasıl oluyor da aynı hâlin farklı görüntüleri gibi yansıyor; öyle, çünkü bir "işi olmak"la bir "meslek sahibi olmak" farklı şeyler olmasına rağmen ülkemizde aynı şeymiş gibi anlaşılıyor; daha doğrusu kamu hizmetinde çalışmak bu olgunun görünmez hale gelmesine sebep oluyor. Mesleksizlik, işsizlikten daha beterdir ama tez vadede iş sahibi olmak, mesleksizlik meselesini emeklilik eyyamına kadar uyutuyor. Elli küsür yaşlarında, sağlıklı, eli ayağı tutar bir adam emekliye ayrılıp ertesi günün sabahında evinden sokağa çıktığında bu olguyla karşılaşıyor ve kendine soruyor: "Bundan sonra ben ne işe yararım?"

"Şu işi hâlâ yapabilirim ama artık yeter, gerektiği kadar çalıştım ve yoruldum; dinlenmeyi hak ettim" diyebilmek de büyük saadet; ne var ki mesleksizliğin neredeyse kaide teşkil ettiği ülkemizde emekliliğin tadını çıkarmak kolay değil. Meslek sahibi olmak, emekliye özgüven verir ve artık mesleğini icra etmeyecek olması onu zedelemez ama gizli işsizlikten emekli olmak fenâ; tutunabilecek tek dal emekli maaşından ibaret kalıyor o zaman.

"Emekliler için yeni istihdam yaratılmalı" mânâsında anlaşılmasın ama, üretkenlik gücünü artık kaybettiğine inanmak zorunda kalan genç emekli nüfusun yeni bir "sektör" teşkil ettiğini iş dünyası ne zaman farkedecek diye bekliyorum. Devletin bu noktada yapması gereken, belki sadece iş kanununda birkaç esnetici değişiklikten ibarettir. Emekli olup ülkenin işgücü istatistiklerinden tardolunmak yerine daha hafif, belki toplumsal faydası daha fazla, belki ücreti daha az sektörlerde çalışmaya devam etmeyi mümkün kılan bir proje uygulanmaya başlansa sonucu ne olur? Şimdiden kestirmek zor; çünkü bizim mesleksizliğimiz içinde mühim miktarda ilgisizlik, meraksızlık, hatta hayata karşı kayıtsızlık ve hayal gücü yoksulluğu gibi tutum eksikliklerini da barındırıyor gibime geliyor. Amatörlük kavramının ülkemizde biraz da beceriksizlikle eş tutulması sebepsiz değildir.

Ve çok mühim bir noktayı ıskaladığımı farkediyorum: Kadın emekliler için bu mesele ne kadar mânidardır? Kadınlar, emekli olduklarına esasen ve fıtraten ait oldukları yere, yani evlerine dönüyorlar. Halbuki ev dediğimiz şey, bizim hayat tarzımızda erkeklere göre biçimlenmiş bir mekân değil; hafta sonu pikniklerinin anlam derinliklerinde tabiatla baş başa olmaktan çok, erkeğin evden uzaklaşması veya uzak tutulması gereğinin payı hiç de az değildir.