Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Anayasalar sebep değil sonuçtur; sadece sonuç. Dünyada sırf anayasası güzel kaleme alındığı için iflâh olmuş bir topluluk yoktur.

"Hemen anayasayı değiştirelim; ilk iş anayasadan başlayalım" sesleri artıyor; bu yaklaşım eğer derin bir sâfiyetin eseri değilse, sosyal ilimden nasipsizliğe işaret eder sadece. 130 seneden beri kafayı anayasa fikrine takmamız da aynı çocuksu beklentinin eseri.

Ben bu anayasayı beğenenlerden değilim (sahi, beğenen var mıdır?) ama bütün olumsuzlukların sebebini anayasada arayanlardan da değilim. Bu safhada dikkatimizi anayasa metninden ziyade uygulayıcılarına yoğunlaştırmamız daha isabetli olur. Taze misâli 102. maddedir; bu madde Meclis'in mutlaka bir cumhurbaşkanı seçmesi anafikrine göre düzenlenmiş vaktiyle. Anayasa'yı yorumlayan ve hükmünü yürütenler, bu mâsum maddenin lâfzını ve rûhunu alenen tağyir, tebdil ve hatta ilgaa ederek ondan akılalmaz bir toplumsal gerginlik çıkarmayı göze alabildiler. Oysaki 102. maddenin, lâfzı ve rûhu ile bu mânâsız kavgada hiç taksiri yoktu.

Böyle yorumlayıcılar mevcut bulundukça bizim anayasa kavgamız bitmez; bundan daha kötü bir anayasayla bile kavgasız-gürültüsüz yolumuza devam edebiliriz; yeter ki "hukuk devleti", "yargı bağımsızlığı", "hukukun üstünlüğü" gibi aziz kavramları maraza sebebi yapıp sonra kapalı kapılar ardında iffetini pây ü mâl etmek cinliğinden vazgeçebilelim.

Anayasalar insanların tabiatını değiştirmez; "hukuk devleti" ilkesini, "hâkim devleti" tarzında yorumlamak isteyenlerin niyetini engelleyemez; o yüzden birbuçuk asırdan beridir yaptığımız gibi anayasa ıslahatı ile uğraşmak yerine hâlimizi düzeltmekle işe koyulmak daha isabetli olur. Hâlimiz, yani aynada görünen sûret; eksiklerimiz, ayıplarımız, kusurlarımız... Garip fakat anlaşılabilir bir şey: Hâlimiz ve hakikatimizle yüzleşmektense ayaküstü anayasa yapmak daha kolayımıza geliyor. Anayasa değiştirmek kolayımıza geliyor; çünkü aslına bakarsanız bizde anayasaya saygı fikrinin olmadığını fark ediyorsunuz. 85 senede üç anayasa eskitip dördüncüsüne yan gözle bakmaya başlamak marazî bir alâkadır, bir nevi "öldüren aşk".

Şimdi esas noktaya yaklaşıyoruz: Bir kanun yapıp ona cümleten (herkes dahil; ordu, cumhurbaşkanı, parlamento, bürokrasi, iş dünyası, basın) itaat etmek medenîlik alâmetidir; kanunu yaptıktan bir dakika sonra "onu neresinden delebilirim" diye cingözlük düşünmek ise henüz aşiret ve göçebelik devrelerinde gezindiğimizi gösterir. 102. maddelerine yiyecek gibi bakacağımız her anayasa -velev ki yenisi ve iyisi olsun- ana rahminde ölüdür. Kendini kanun hükmünden üstün görenlerin itibar gördüğü, alkışlandığı yerlerde yeni yeni anayasalar yapmaya kalkışmak, neticede hukuk fantazisi olur.

Biz nasıl anayasa yapacağız yahu; henüz bir hukuk felsefemiz bile yok üstelik! Dünyanın en güzel, en demokratik, en mükemmel anayasasını hazırlamak, günümüz şartlarında siz bilemediniz kuşlukla ikindi vakti arasındaki kadar zaman gerektirir; peki o anayasayı koruyacak insanlar yetiştirmek onca kısa zamanda mümkün mü? Bizde anayasayı korumak tâbiri, ancak Harbiyelilerimizin bildiği, ama çoğunlukla yanlış anladığı bir kavram. Ordunun teminatı altındaki anayasaları, en evvel bir kısım ordu mensuplarının ihlâl etmesi gerçeği, bizde Yeşilçam filmlerinden beylik bir sahne olmuştur. (bkz. 1924 ve 1961 anayasaları) Seçim meydanlarında pek seslendirilmeyen Anayasa meselesinin, henüz Meclis bile toplanmadan korsan baskı gibi piyasaya sürülmesi, bana esasen kendimizi boşa yorduğumuzu hatırlatıyor; olsun. Aşk ile tekrar edelim: Anayasalar bir şeyin sebebi olmazlar, onlar sadece neticedir. Ve "bir toplum kendilerindeki özellikleri değiştirinceye kadar Allah, onlarda bulunanı değiştirmez".

Vesselâm ve bihi nestâin!