Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Bazen ümitsizliğe kapıldığımda, "ama türküler var" diye düşünüyorum, "bu derece zengin, derin ve geniş bir havzadan beslenen türkülerin topluluğu, sıradan bir topluluğu bile millet haline getirebilir". Vatan dediğimiz büyük coğrafyanın hudutlarını tayin eden nedir? Siyasi hukuka göre yapılmış milletlerarası anlaşmalar, meselenin sadece fiili tarafını gösteriyor ama onun haricinde vatan, tarihi hatıraların, medeni eserlerin ve ortak hâfıza dediğimiz mâşeri birikimin tayin ettiği bir haritadır.

Bu açıdan bakıldığında Türklerin vatanı, Türkiye Cumhuriyeti"nin siyasi hudutlarıyla örtüşmeyen bir genişlik arzeder. 20. yüzyılda haritası büzülmüş, içe doğru çekilmiş ülkelerden birisi de biziz; bu yüzdendir ki yüzyıl başlarında vatan bildiğimiz yerlerin en azından üçte ikisi, bugün ancak pasaportla ve vizeyle gidip gelinebilen ülkelerdir. Bu mânâda vatan coğrafyasının sınırlarını çizen medenî unsurlardan biri de türküler olarak karşımıza çıkıyor.

Türküdür, dinleyip geçersiniz ve merak etmeyen çoğunluk için bir türkünün diğerinden farkı yok gibidir; ne var ki her medenî verim gibi türküler de aslında birer kültürel şifre yumağıdır ve çözmesini bilenler için onlar artık üçer beşer dakikalık birer müzik eseri olmaktan çıkarak başka bir hâlete bürünürler. Meselâ bizim Yemen türküleri, vaktiyle Yemen"de yaşamış insanların ürünü değildir. Yemen türküleri, Yemen üzerine yazılmış eserlerdir ve genellikle 20. yüzyılın başlarında birbirini takib eden isyanlar sebebiyle Anadolu"dan sevkedilen asker kıtalarının hazin hikâyesini anlatan nağmelerdir. Büyük ihtimâlle bu eserler Anadolulu asker aileleri tarafından yakılmışlardı.

Buna mukabil -meselâ- Selanik türküleri, yapı itibariyle Yemen türkülerinden ayrılır; bunlar mahallinde, asırlar boyunca Selanik"te yaşayan Osmanlı tebâsınca vücuda getirilmiş eserlerdir. Bütün Rumeli türkülerinde aynı özelliği görürüz. Bir kısmı hâlâ bizim Rumeli adını verdiğimiz topraklarda yaşayan İslâm-Türk nüfusun geriye bıraktığı bu kültür birikiminde saklı duran medenî şifreler, birer kaynak olmak bakımından en az vaktiyle kaleme alınmış bir kitap, bir hâtırat kadar değer taşıyor; ne var ki bu şifreleri çözmek ve bünyesinde sakladığı bilgiyi kullanılır hale getirmek enikonu uzmanlık bilgisi gerektiriyor.

Bu dilden anlamaz olduk

Yeri gelmişken değinmeliyiz; düne dair her şey, her medenî birikim bugünün kuşakları için artık kolaylıkla anlaşılmaz ve kullanılamaz ölçüde yoğun, girift ve zor bir mâhiyet taşıyor. Meselâ, nasılsa yıkılmadan ayakta kalmış ve onarılmış bir an"anevi Türk evinde böyle açılmayı ve anlaşılır hale getirilmeyi bekleyen yığınla bilgi şifresi saklıdır; özel surette bilgi birikimine sahip olmayan bir genç, bu eve baktığında sezgi yoluyla bu bilgilerden bir kısmını hissedebilir ama o bilgiyi bilinçli bir şekilde kullanmak ve yeniden üretmekte zorlanacaktır.

Ne yazıktır ki asırlarca içinde yaşadığımız evlerin basit ayrıntılarını, nesilden nesile dinlediğimiz türküleri, etrafımızı kuşatan kitabeleri, eski mimarlık ürünlerini, klasik müziğimizin en hafif ve alelâde parçalarını, bir Yunus Emre nefesini veya bir Selanik türküsünü çözmek için artık ihtisas derecesinde eğitim ve bilgi birikimine ihtiyaç duyar hale gelmiş bulunuyoruz. Uygulamakta olduğumuz eğitim sistemi, bu gibi zenginlikleri âşikar kılmak ve yeniden kullanılır ve üretilir hale getirmekte bize yardımcı olmuyor ve bu çok önemli bir eksikliktir.

Zaman mekan ötesinden sesleniş

"Yıldız Dağı" diye ünlenmiş çok türkü vardır bizde ama bunlardan birisi var ki, gönül coğrafyamızda yükselen bütün Yıldız dağlarını gölgede bırakacak kadar haşmetli ve güzel bir türküdür. Bu türküyü vaktiyle bir bankanın çıkarmış olduğu ve müşterilerine dağıttığı özel bir albümde, büyük sanatkârlarımızdan Neriman Altındağ"ın sesinden dinlemiş ve hayran olmuştum; defalarca dinleyip ezberledikten sonra albümün kapağına bakmayı akıl edebildiğimde türkünün Üsküp yöresinden derlendiğini öğrenince şaşırıverdim. Üsküp ki yaşadığım şehre en azından ikibin kilometre uzakta bir sisli hâtıradır ama bilinmez hangi zamanda orada yakılmış bir türkü, zaman ve mekân engellerini bir çırpıda yıkarak ruhta garip ve yepyeni mânâ dehlizleri oymaktadır.

Selanik türkülerini farkedişim de öyle oldu: Yıllardan beri bildiğim "Bir fırtına tuttu bizi deryaya kardı", "Bülbülüm altın kafeste", "Çalın davulları çaydan aşağıya" gibi mümtaz eserlerin Selanik mahreçli olduğunu farketmek, zihnimde öncekilerden apayrı, çok daha farklı ve leziz hislenişlerle süslü bir Selanik fotoğrafının biçimlenmesine sebep oldu ve o anda farkettim ki büyüklerimizin Rumeli dedikleri yer, hakikaten bundan henüz doksanbeş sene evveline kadar Kütahya, Trabzon kadar bizim mânâ coğrafyamıza dair bir yerdir.

İyi ki türküler var

Bu duygu yoğunluğunu yaşamak veya farklı bir söyleyişle kendi kültürümüzün enkazını karıştırırken orada insana heyecan veren pırıl pırıl bir bilgi ve hâtıra yumağı ile karşılaşmaktan hâsıl olacak kazanç nedir? "Güzel Selanik dün bizimdi, yine bizim olsun" cinsinden bir mülkiyet burukluğu değil elbette; sadece, vaktiyle bu derece geniş bir vatan coğrafyasının her köşesinde birbirinden farklı renklerde açmış çiçeklerin hâtırasını derlemekten doğan bir mutluluktur bu. Ne zaman "Çalın davulları" türküsünü dinlesem zihnimde akıp gitmeye başlayan eski Selanik"e dair tatlı sızıda, komşumuzun toprak bütünlüğüne yönelik bir tehdid bulamazsınız ama zihninizdeki vatan, hissedebildiğiniz ölçüde enginleşip gidecektir. Ve daha nice birbirinden güzel ve şaşırtıcı türküden (aslında keşif demeliydik) bahsetmek mümkün; yıllarca türkü dinlemiş ve onlarla haşır-neşir olmuş birinin, -türküler söz konusu olunca- hâlâ keşiften sözetmesi garibinize gitmemelidir; az önce ifadeye çalıştığım gibi türkülerde bir milletin hamurunu mayalayacak tılsımlı bir eczâ gizlendiğine inanır oldum ben. Bazen ümitsizliğe kapıldığımda, "ama türküler var" diye düşünüyorum, "bu derece zengin, derin ve geniş bir havzadan beslenen türkülerin topluluğu, sıradan bir topluluğu bile millet haline getirebilir".

Türkülerin diğer kültür ürünlerinden bir farkı var; hepsi emek ve dikkat gerektirmekle birlikte türkülerin yüzü yumuşak ve her yaşta dinleyiciye hitab edebilen bir tılsım taşıyorlar. Onlarda topluluğu millet haline getirebilecek bir sihirli eczânın varlığını vehmederken yanılıyor muyum dersiniz?