Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Coğrafya bilgim fena değildir. Bizim kuşak, çocukluğunu televizyonsuz geçirdiği için gece saatlerinde kendi aramızda oyun oynamak canımız çektiğinde birer defter yaprağı koparıp ya "İsim, ülke, başkent, cisim, dağ, nehir" yarışması oynar veya bir harita atlasıyla birbirimize -diyelim ki bir dakika içinde-, adı az duyulmuş bir şehri bulmasını isterdik.

Coğrafya derslerinde üzerimize asla vazife olmayan ülkelerin haritasını ezberlemek de cabadan...

Tamam coğrafyam iyidir, Nijer'in Afrika'da bir ülke olduğunu da biliyorum ama haritada ismi olmasa "şudur" diye gösteremem hemen.

Nijer Afrika'nın değil, dünyanın en fakir, en gariban ülkesi; 300 bin kişiye bir doktor düşüyor. Bir milyon kişiye üç. 13,5 milyon nüfusu var.

Nüfusunun % 92'si Müslüman; bu oranın % 99'a vardığı da ileri sürülüyor ama bu noktada halkın hangi dine inandığı ikinci derecede kalıyor.

"Nijer tohumu" denilen hububatla besleniyorlar esas olarak; bizde bu tohum, "Nijer yemi" adıyla muhabbet kuşu besleyenlerin ilgi alanına giren bir ürün. Bizim kuşlarımıza yedirdiğimiz şey, Nijer halkının temel gıdası, tek yönlü beslenme yüzünden halk hastalıktan kırılıyor.

Lâfı uzatmayacağım; basında birkaç kere bizim doktorların Afrika'da bir ülkede göz ve katarakt ameliyatı yaptıklarına rastlamış, memnun olmuştum; böyle ayrıntılar hemen unutulup gidiyor, "Aferin be gençler" deyip geçiyoruz genellikle.

Geçenlerde İsviçre'de yaşayan Ermeni hemşehrim Vahan Şişmanoğlu ile Taksim'de buluşmuştuk; eksik olmasın, zarif eşi Heike Hanım'ın pişirdiği ev pastasına ilâveten kendisi marangozluktan emekli olduğu için "Son işi" olarak bana bir kağnı maketi yapıp, ta Zürich'lerden buralara erinip üşenmeden getirmiş. Çok duygulandım elbette. Memleket âşıkı, tatlı dilli, ganî gönüllü bir adam. Kendisinin pek özlediği Adana kebap faslından sonra Sahaf festivali'nde zaman geçirip çay içtik. Vahan Usta 17 Eylül 1960 tarihli bir Akşam gazetesi aldı sahaftan (Erbâbı o gazetede hangi fotoğrafların olduğunu iyi bilir!); ben de Refik Halid üstâdımın itinayla ciltlenmiş sekiz kitabını çantaya koydum, vedâlaşıp ayrıldık. Metroya girdim, girişte bir sergi ilanı dikkatimi çekti: "Yoksulluğun gülen yüzü Nijer" diye bir afiş. Afişte dünyanın en güzel çocuklarından biri tebessüm ediyor.

Daldım içeriye. Oo, birbirinden güzel ve fantastik Afrika ve Afrika fotoğrafları. "Kim çekmiş bu güzel fotoğrafları?" diye bakınırken gençten bir adam yaklaştı yanıma. Meğer tabib imiş, Ürolog Dr. Serhat Onur.

Meğer ara sıra gazetede gördüğüm o bizim doktorlar, bu gençlermiş.

Tanıştık, konuştuk; beş dakika sonra "Gönüllü" oldum.

Nedir gönüllülük, izah edeyim: Ayrıntılı bilgi isteyenler (gonulluler.info) sitesinde etraflı bilgi bulacaklardır, fakat benim için gönüllülük o andan itibaren, dünyanın en yoksul insanlarına sağlık hizmeti, içme suyu, gıda, hatta maişeti temin için "keçi" götüren fedakâr delikanlılara, genç kızlara, arslan yürekli adamlara destek anlamına geliyor. Bunlara ilaveten çölün yüz metre dibinden su çıkarıp, yedi ceddinize rahmet okutuyor bu gönüllüler.

Yanlış duymadınız, keçi. Bizim bildiğimiz keçilerden biraz ufakça, kahverengi uzun tüylü, pek güzel, pek şirin hayvanlar. Gönüllüler organizasyonuna 180 dolar bağışta bulunursanız onlar sizin adınıza bu sevimli hayvanlardan (Biri erkek, iki süt keçisi) üç tane satın alıp dul ve yetim ailelerine hîbe ediyorlar. Sizin üç keçiniz birbuçuk sene sonra 16 keçiye kadar çoğalıyor; o zaman o aileden üç keçiyi geri alıp bir başka aileye devrediyorlar.

Sadaka câriye; akıp giden hayır. Bir yetimin, dulun, öksüzün, yoksulun hayatını kurtarmış oluyorsunuz 180 dolarlık üç keçiyle.

Gönüllü formunu keyif ve iftiharla doldurduktan sonra çalışmalarını daha yakından tanıyabilmem için bir DVD verdiler. İçinde hayli (Birkaç binden fazla!) video ve seyahat fotoğrafları var; hâlâ tamamını bitiremedim ama ne zaman bir dosyasını açıp seyretmeye başlasam, kahramanlık filmi seyreder gibi göğsüm kabarıyor, gözlerim sulanıyor, "Aferin be gençler" diyorum, "Bunca sene Türk milliyetçiliği davası güttüm de bir gün bile sizin yaptığınız hayır derecesine erişemedim" diye hayıflanıyorum.

Gençken hayalimizde ayyıldızlı bayrağı Moskova'ya dikmek gibi hayallerimiz vardı; o kadar zahmete gerek yokmuş. Bizim gönüllü doktorlarımız, gömlek büyüklüğündeki Türk bayrağını, derme çatma bir ameliyathanenin adi fayansla kaplı kan lekeli duvarına flaster ile öyle bir tutturuvermişler ki Viyana'yı fethetmenin keyfi yanında solda sıfır kalır... Öyle bir temsil ki on numara yani...

Bayrak kısmı, işin bilmem kaçıncı derecede ayrıntısı; bayrak asmasak- sancak göstermesek de olur; muhtaç insanların acısını dindirmek, karnını doyurmak gibi bir saadet neyle değiştirilebilir ki?

Eğer hayır işi için bir tarafa ayırdığınız 180 dolarınız varsa, (gonulluler.info) adresindeki banka hesabına yatırabilir veya 100 dolar verip, çöl ortasında açılan bir kuyudan hisse sahibi olabilirsiniz.

Ne hissesi diye sormayacaksınız değil mi; Sevap hissesi!

Not: Gönüllüler hizmetine katılan doktorlarımızın hikayesi bir başka yazıya inşallah!


Üç keçi, bir hayat

Nijer'de çok eşli evlilik ve boşanma kolaylığı, çok sayıda yoksul dul kadın ailesi ortaya çıkarmış. Üç keçisini, gönüllü temsilcisinden teslim alan dul hanım, Nijer şartlarına göre çocuklarını çekip çevirecek bir imkâna sahip oluyor. Dosya kâğıdında, bağışçının adı yazıyor ama siz isterseniz yaptığınız hayır ebediyyen saklı kalabilir.


Kültür Bakanlığı'na ve Millî Kütüphane'ye açık dilekçe

Almanya'dan yazan Ozan Or-kun'un çok ilginç bir ricası var ilgili makamlardan; diyor ki, "Her gün otobanda temiz 50 dk. yolum var; bu esnada etrafa ve yola bakmak dışında bir şey yapamıyorum. Sonra sesli kitapları keşfettim, Almanca yayın bol fakat gönül istiyor ki insan anadilinde dinlesin." Gerisini ben tamamlayım; okuyucu, Türkçe sesli kitaplara da erişmek istiyor fakat Türkiye'de sesli kitap dinleme ve edinme (Yani internet sitesinden indirme) imkanı sadece görme özürü olanlara tanınıyor.

Kültür Bakanlığı'nın, Milli Kütüphane'nin yöneticilerine rica ediyorum; bu hizmeti, bütün edebiyat severlerine açamazlar mı acaba? Gençlerimizin kulaklarından eksik etmedikleri MP3 çalarlarında, pop müzik yerine edebi eserler dinlemelerini herhalde benden daha çok arzu ederler.

"Kendim için bir şey istiyorsam nâmerdim" demiyorum; hem kendim, hem de sesli kitap dinlemek isteyen herkes için rica ediyorum. Eminim ki görme özürlü olanlarımız, şu küçücük imtiyazlarını bizimle bölüşmekten zevk duyacaklardır.

Saygıyla arzederim efendim.