Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Memleketim Sivas, Batı Anadolu şehirleri ölçüsünde olmasa da vaktiyle hayli muhacire kucak açmış bir şehirdir.

Tâ 93 Harbi'nde (1876 Osmanlı-Rus Harbi) Kars üzerinden Sivas'a yönelen Kafkasya menşeli muhacirlere, aradan kırk yıl geçtikten sonra bu defa I. Dünya Harbi'nde Sarıkamış bozgununun darmadağın ettiği Şark cephesinin mağdurları eklenmişti. Sayıca fazla olmasalar da kafileler halinde Türkiye'ye akan Balkan muhacirlerinden önemli bir topluluğun da Sivas'ın toplum dokusunda farklı bir yer tuttuğunu biliyoruz.

Muhacir kelimesinin ilk çağrışımını tarif etmek kolay değildir: Dili, dini bir fakat yine de tam olarak bize benzemeyen bu insanların, şehrin yerlileri arasında bir tedirginliğe sebep olduğunu iyi hatırlıyorum ve aradan geçen bunca zamandan sonra bu tedirginliği bir ölçüde anlayışla karşılıyorum. 50 yıl öncesinin Türkiyesi dünyaya kapalı bir topluluktu ve moda tabirle Misak-ı Milli sınırlarının ötesindeki her şey, bize sanki uzaydan gelmiş gibi görünüyordu. Evlâd-ı Fatihân kelimesi, Balkan bozgunu elbette bilinen şeylerdi ama yine de "Muhacir"lere karşı mesafeli ve tedirgin durmaktan kendimizi alamıyorduk.

Bugün Balkan ülkelerinin çoğuna vizesiz, sadece pasaportla gidilebiliyor ve Türklerin "yurtdışı" algısı, eskiye göre büyük değişime uğradı; dünya bilgisi ve yurtdışı görgüsünde çok önemli bir inkılâp yaşadık; uzaklar yakın oldu, gidiş gelişler arttı, mesafeler kapandı.

İşte bu değişimle beraber, muhacirlerin ve hudut dışında kalan Türk ve Müslümanların aslında uyurken yorganın dışında kaldığı için üşümüş elimizden farksız bir uzvumuz olduğunu öğrenebildik.

Makedonya'da bir Makedon Türkü'nün ilginç bir ifadesine şahit oldum; Türkiye'den gelen birkaç Türk turistle karşılaşmışlar, konuşmuş, sohbet etmişler. Ayrılırken bizimki demiş ki,

-Aa siz düpedüz Türk gibisiniz!

Makedonyalı Türk taşı gediğine koymuş,

-Gibisi fazla, biz de sizin gibi Türküz!

Bu konuşmadaki "gibi" kelimesinin ne kadar can acıtıcı bir ifade taşıdığına dikkat ettiniz değil mi?

Türkiye'den gidenler için Balkan ülkelerinde karşılaştıkları Türkçe konuşanların, bir şekilde sonradan Türkçe öğrenmiş kimseler olduklarını zannetmek elbette bilgisizlikten doğuyor ve sıkça gidiş-gelişler ile bu bilgi açığı kapanacak elbette.

Makedonya gezimizin ilham kaynağı, en meşhur Türk gezgini Evliya Çelebi'miz idi; Evliya Çelebi'nin Balkanları adını taşıyan ilmî toplantıda muhtelif Balkan ülkelerine mensup ilim adamları güzel tebliğler verdiler. Çelebi, bizim için olduğu gibi Balkanlılar için de, ülkelerinin ve halklarının 350 sene öncesine dair hâlini tasvir eden değerli bir gözlemci olmak kıymetini taşıyor. Bu toplantıyı Makedonya Cumhurbaşkanı Gjorge İvanov'un resmen himâye ederek açılış toplantısına katılması ve Makedonya Bilimler Akademisi'nin (MANU) toplantıya ev sahipliği yapması büyük bir jest oldu. Makedonyalılar entelektüel ve ilim sahibi bir devlet başkanına sahip oldukları için haklı olarak övünebilirler.

"Gözden uzak olan gönülden de ırak olur" sözünün, can acıtıcı derecede doğru olduğunu bir kere daha müşahede ettim. İtiraf edeyim ki, meselâ eski Yugoslavya'nın dağılmasından sonra muhtelif devletlere bölünen Balkan ülkeleri arasında Makedonya'nın varlığı özel olarak dikkatimi çeken bir husus değildi (Zaten Balkan ülkeleri namına sadece Bosna-Hersek'i görmüş biri için bu kadar cehâletin affedilebilir bir yanı olduğunu kabul edersiniz!); aralarına karışıp sohbetlerinde bulununca anlıyorsunuz ki Balkanlar, Anadolu'nun en az yarısından daha eski bir tarihte Osmanlı yurdu haline gelmiş bir yerdir ve daha 14. asırdan itibaren akıllı bir iskân siyasetiyle Anadolu'dan haylice nüfus yerleştirilmiştir. Ülkenin doğusundaki dağlık kesimde hâlâ Toroslarda yaşayan akrabaları gibi konuşup davranan ve biraz da haşin tabiatlarıyla dikkat çeken Yörük köylülerinin varlığıyla karşılaşmak şaşırtıcı olduğu kadar tabiidir de. Konya civarından hayli Türk topluluğu yerleşmiş Makedonya'ya. Evet, Türkçeleri bize göre hayli Balkan ağızlarından sesler taşısa, kelime dağarcıkları bizimki kadar geniş olmasa da bu insanlar, bizim yıllardan beri varlığından habersiz yaşadığımız akrabalarımız hükmünde.

Sen daha bir şey görmedin Ahmet!

Benim için bu yolculuğun en öğretici tarafı, kimlik meselesinin, insanlar için sandığımdan daha önem taşıdığı oldu. Makedonlar, Arnavutlar ve Türkler gibi üç büyük etnik topluluktan oluşan Makedonya ahalisi arasında kimlikten doğan gerginlik ve anlaşmazlıklar hâlâ hayatiyetini koruyor; neyse ki çatışma seviyesinde değil. Ülkenin anayasası, özellikle 2001 yılındaki çatışmalardan sonra yapılan düzenlemelerle farklı unsurlar arasında milli kimlikleri birbirine galebe ettirmemeye, azınlık haklarını esirgemeye yönelik uygulamalar da ihtiva ediyor ama azlığın çokluk karşısındaki endişesi kolay yatışmıyor. Gittiğimiz her yerde sohbet, dönüp dolaşıp etnik mesele ve kimlik konuları üzerinde yoğunlaştı. 1991 yılında bağımsızlığını kazanan bir ülke için böyle tartışmaları bir yerde normal kabul etmek lazım. Son asır içindeki Balkan tarihi, birbirinden talihsiz ve acı hadiselerle dolu çünkü.

İster istemez Makedonya'da, bizim Kürt meselesini hatırlamadan edemedim. Mânevi çerçevede kendime çok yakın bulduğum Kürt arkadaşlarımın yakındıkları kimlik vurgusunun ne kadar derin bir varlık acısına dönüşebileceğini Makedonya'da farkettim. Kürtçe'yi dilden, Kürd'ü adamdan saymamak, bu kadarı yetmezmiş gibi yok farzetmenin en sâlim düşünen Kürd'e bile ne kadar gîran geldiğini şimdi daha iyi anlıyorum. Benim gibi, Türk aslından gelenlerde, sayıca ve kültürel mânâda hâkim unsura mensup olmanın verdiği rahatlık ve üstünlük hissinin ne kadar körleştirici sonuçlar doğurabileceğini kabul etmeliyiz. Türkiye'nin Kürt meselesinde en büyük şansı, toplumsal mânâda başlayıp şehir, mahalle ve fert ölçeğine kadar inen bir çatışma ikliminden uzak kalabilmiş olmaktır. Neyse ki karışık yaşıyoruz; karışık yaşamak, günün birinde herkesin ana diliyle, kültürüyle sahiden barışık yaşamayı da mümkün kılar inşallah.

Üsküp, secdelere doymadığımız camileri, mescidleri ile çok sevimli bir Balkan şehri. Ohri, Makedonya'nın Bodrum'u imiş, o kadar şirin, sakin ve huzur dolu bir tatil beldesi ama benim için görülmeğe sezâ en çarpıcı mekân, Kalkandelen'deki muhteşem Harabâti Baba Tekkesi oldu; o kadar ki sadece bu tekkeyi görmek için bile Makedonya'ya gitmeye değer. Harabâti Baba Tekkesi, herhalde yüz dönümden fazla arazi üzerine yayılmış muhteşem sivil mimarlık eserleriyle âdeta 16. yüzyıldan kalmış eski bir Osmanlı şehri dekorunu andırıyor. Mimarlık tarihine biraz meraklıyımdır ama bu tekke kompleksini görünce, "Sen daha bir şey görmemişsin Ahmet" dedim kendi kendime. Anlatılacak gibi değil, şimdilik sadece bir fotoğrafıyla yetinmeniz lazım. Fazlasını merak edenler THY'den bir gidiş-dönüş bileti ayırtarak doğru söylediğimi teyid edebilirler.

Hâlâ nasıl bir yer diye merak edeniniz varsa söyleyim; Bursa'nın iyi hâlidir Üsküp. Makedonya ise komşu ve akrabalarımızın mahallesi.