Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Sıkı Galatasaraylı oluşunun payı mutlaka büyük; ama benim Hıncal Uluç'a beslediğim sempatinin farklı sebepleri de var; onun en güzel yazıları, bugünlerde kahırla sürdürdüğü Galatasaray analizleri değil, "karşı tarafı" anlamaya ve hakkını vermeye çabaladığı satırlardaydı; karşı taraf Fenerbahçe'ydi, Refah Partisi'ydi ve acelecilik, yanlış anlama gibi sebeplerle kendisinden özür dilediği bir sürücü, firma temsilcisi veya sanatçıydı. Çoğu zaman hayata aynı pencerelerden baktığım yakınlarıma bile Hıncal Uluç'a niçin sempati duyduğumu izah etmekte zorlandım (ki hepsi de Fenerbahçeli idiler). Hükümlerinin hepsine katılmam elbette mümkün değil; ama "karşı taraf"ın da dinlemeye değer şeyler söyleyebileceğini hatırladığı ve hatırlattığı için -o itici kahkahasına rağmen- Hıncal Uluç'u hep ilgiyle ve sempatiyle okuyorum.

Hıncal Bey geçenlerde türkülere dair yazı yazdı Sabah'ta. Sözü, rahmetli pederinin sağ olduğu demlerdeki sıcak aile atmosferinde huşu içinde dinlenen "Yurttan Sesler" seanslarından açıp, türkü diye bir müzik türü olduğunu sanki yeniden keşfettiği yolundaki samimi ikrarına getirdi ve son günlerde Musa Eroğlu diye bir sanatçının "Halil İbrahim" isimli bir kasetini keşfettiğini belirterek noktaladı. O yazının mazmunundaki itiraf o kadar anlaşılır ve hissedilir bir samimiyet dozunda idi ki, dilimin ucuna kadar geliveren "Ooo hayırlı sabahlar Hıncal Bey, Üsküdar'da sabah oldu" kinayesini savurmaktan vazgeçtim ve bu samimi ifadede gizlenen daha endişe verici bir nokta üzerinde düşündüm.

Cumhuriyet'in ilk çocukları sayılabilecek bir kuşağa mensup olan Hıncal Uluç'un "türkü" denilen kavramla bu kadar uzun bir zamandan sonra yeniden karşılaştığında çocuklar gibi sevinmesi gönlümü burktu. Onu türkülerden bunca yıl uzak düşüren zihni mesafeyi anlamaya çalıştım; işin içinden çıkamadım. Musa Eroğlu, benim bildiğim en azından on beş seneden beri, türkü deyince yüreği yumuşayanların aşinası bir isimdi. Konya yöresinden mahalli havalar okuduğu esnada fazlaca tanınmamış olması makul görünse de, kaffesi anadan doğma sanatkar Yavuz Top, Arif Sağ ve rahmetli Muhlis Akarsu ile birlikte doldurdukları "Muhabbet" serisi ile dikkat çektikleri hiç de erişilmeyecek bir haber değildi ve üstelik Musa Eroğlu, -yeni değil- birkaç seneden beri her birinde en azından iki tane gönül dağlayan, ciğer çizen takımından türküler okuduğu çok iyi kasetler yapmaktaydı.

Musa Eroğlu'nu veya bir başka türkü sanatkarını geç tanıdığı için Hıncal Bey'e ta'neylemek değil muradım; o temsilden hareketle "türkü" fikrinden bu kadar uzakta ve bu kadar uzun bir zaman nasıl yaşayabildiğini merak ettim. Halbuki Sayın Uluç, dikkatlerini sadece kendi kulvarına mıhlayıp etrafta ne olup bittiğine bigane bir yazar değil; başta "hayattan lezzet almak" olmak üzere spordan edebiyata, klasik müzikten siyasete, şehircilikten mimariye, muaşeretten modaya kadar çok geniş bir yelpazede en azından "dillettante" ilgisinden mütehassıs nazarına kadar uzanan bir mütebahhireye sahip. Opera, müzikal, konser, film gibi sanat hadiselerine dair yazdığı tenkidler, bu işi meslek haline getirmiş nice munkabız "eleştirmen"in yazdıklarından daha vukuflu ve parlak; ama o tarayıcı ve ayırdedici bakış açısına yıllardır "türkü" diye bir çığlık takılmamış; bir aydının gündelik hayatı bu kadar izole edilmiş bir "aura"da geçebilir mi?

Ümid ederim ki hayretim, "Adama bak, daha türkülerimizi yeni keşfediyor" gibi kaba ve küçümseyici bir manada okunmaz; ben aslında Türkiye'de daha kaç Türkiye'nin iç içe yaşadığını merak ediyorum. Şüphesiz hepimizin en azından Hıncal Uluç'un türküsüz kaldığı demler kadar büyük bir arayla habersiz kaldığımız nice önemli ayrıntı var. "Yakınlaşmak sevmektir" sözü doğruysa kimbilir şimdiye kadar sevebileceğimiz nice objeden, sırf farkına bile varamadığımız o uzak mesafe sebebiyle habersiz kalmış olmalıyız? Üstelik görevimiz sadece keşfedilmeyi bekleyen uzak güzellikleri fark etmekten ibaret değil, "karşı taraf"ı da keşfetmekle yükümlüyüz ve belki de hepsinden evvel içimizde fark edilmeyi bekleyen "karşı taraf"lara eğilmemiz gerekiyor.

Hıncal Uluç'un bu yazıdan bir tariz manası çıkarmayacağına güveniyorum; o, Türk basınında rastlamaya pek alışık olmadığımız tarzda kendisini "karşı taraf"ın yerine koyabilerek düşünmeye gayret eden bir yazar ve eminim ki kendini hiç değilse ara-sıra, damarlarındaki türküde bir miktar kan izine tesadüf edilen milyonlarca insanın yerine koyarak hayata bakmayı çok renkli ve heyecanlı bulacaktır.