Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Kitâbi söyleyiş böyle değil elbette; “Vallahi mi?” demek daha doğru. Bu beylik soru cümlesinin doğup büyüdüğüm topraklardaki en yaygın -ve af buyrunuz- biraz kaba ama kulağa dolgunluk hissi veren kullanışı ise şöyledir, “Vallaha mı la?”

Birazcık olsun İslâm kültürüne âşina olanlar, “Vallahi” kelimesinin ardına getirilecek sözlerin, nasıl ağır bir sorumluluk gerektirdiğini iyi bilirler ve o yüzden vara-yoğa Vallahi ile yemin etmezler. Vallahi, Müslüman için yeminin müntehâsıdır. Kaynağa göre “vav, be, te” harflerinin birini başa getirerek “Vallahi, Billahi, Tallahi” diye edilen yeminler aynı derecede kavî ve geçerli sayılıyor. Bu durumda bir Müslüman’ın, başkaca isbat çaresi kalmamış ise gerçek duruma şahâdet etmesi için Vallahi demesi yetiyor.

Peki, “Gözüm önüme aksın, gençliğimin hayrını görmeyim ki, falancanın ölüsünü öpeyim ki, Kur’an-Mushaf çarpsın ki...” şeklinde avâmi dilde sıkça kullanılan yeminlerin hükmü ne olacak? Fakihler, bu kabil yeminlerin farfaralıktan başka hükmü olmadığını söylüyorlar. Müslüman’ın tek yemini var: Allah adına verilen yemin. O yüzden bir Müslüman, şuur halinde iken Vallahi diye kasem ederek bir meseleye yemin ederse, ona yüzde yüz güvenmek gerekiyor. Eğer yemin edici bile bile yalan üzre Allah’ın adını vererek kasem ediyorsa onun hali pek fenâ. Âl-i İmran Sûresi, 77. âyet şöyle: “Allah’ın ahdini ve yeminlerini az bir değere karşılık satanlar... İşte onlar; onlar için ahirette hiçbir pay yoktur, kıyamet gününde Allah onlarla konuşmaz, onları gözetmez ve onları arındırmaz. Ve onlar için acı bir azab vardır.” Yürürlükteki hukukta yeminin yeri varsa da, “Allah’ım ve namusum üzerine yemin ediyorum” metni, doktrinde biraz ihtilâflı. Benim için farketmiyor. Müslüman olduğu bilinen birisi “Vallahi ben şu işi yapmadım veya yaptım” derse ona itimad ederim.

Tübitak’ın bir dinleme kaydı hakkında verdiği “Bilimsel” rapor tartışılıyor, hatta tartışılmaktan da öte, “Parça hecelerden yeni kelimeler türetildiği” şeklindeki bilimsel veri hayli yaygın tatavalara sebep olmakta. Rapor, sahih kabul edilirse, bu montajı yapan kişilerin âcil olarak “montaj ve düblâj” branşlarında Oscar (veya Nobel de olur, farketmez!) ödülü almaları gerekiyor. Hece birleştirmekteki kuyumcu sabrı ve titizliğini anladık fakat yapıştırılan hecelerin tamamına dramatik bir aksiyon arkaplanı verebilmek ancak sanatkârâne bir emektir ve ödülle taltifi gerekir. Neresinden bakılsa talihsiz bir durum; hükümetin emrindeki ilmi bilirkişi heyetlerinin güvenilirlik krizine düşmesi pek fena.

Diyelim ki kriminal ve bilimsel yollarla dinleme kayıtlarının gerçekliği hakkında net bilgiye ulaşmak mümkün değil. Ortada birilerinin imal ettiği pek vahim ve çirkin bir iftira ile o iftiradan mutlaka aklanmak isteyen mağdur bir taraf var. Dedikodu diz boyu. Ne yapmalı? Basit! İftiraya uğrayanı, “Vallaha mı?” diye yemine davet etmeli... Kamuoyu karşısında “Vallahi ve billahi kayıtlarda konuşan ben değildim” denildiğinde de konu kapanmalı; çünkü Allah adına kasem edilmiştir ve bu yemin her iki tarafı da bağlar. Şahsen ben mutmain olurum ve yemin sahibine inanırım; suizannımdan varsa tevbe ederim. Yorgunu yokuşa sürmeye, bilim kurullarının muhteviyatını değiştirmek için dedikodulu tayinler ve sürgünler yapmaya, neticede ses mühendislerini gülmekten yere yıkılacak derecede eğlendirecek faraziyeler ileri sürmeye hiç gerek yok.

Madem iş bu raddeye geldi, zihnimi kemirip duran bir küçük suali sormadan geçmeyeceğim: kayıtların montaj ve düblâj olduğu iddiasıyla, “Bu günaha nasıl girilir” diye verip veriştirenlere sormak isterim: Velev ki iftiradır, montajdır ve külliyen yalandır ve bu cürmü işleyenlerin vebâli pek ağırdır; peki, milyonda bir ihtimâl de olsa iddialar doğru ise, ortaya çıkacak fıkhî vaziyet (veya rezâlet) nedir; bir de bu “fikr-i muhâl” üzre fıkhî egzersiz buyrulsa?