Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Türkiye'de 1932'den 1950'ye kadar camilerde ezanın Türkçe okunmasını emreden kafa, 'paralel bir evrende' yeniden hortladı, nurtopu gibi bir zombimiz oldu.

Hâlâ ihtimâl veremiyorum fakat galiba doğru: BDP'nin Şanlıurfa il başkanı, geçen hafta ezanın Kürtçe okunduğunu, bundan sonra da devam edeceğini belirterek, "Bundan sonraki süreçlerde o toplumun ağırlıklı dili neyse o dilde okunmaya devam edecek" diye buyurmuş. Aklı başında BDP'lileri bile isyan ettiren bu haberde ezanın Kürtçe metni de yer alıyor. Dikkatimi çekti, "Allahuekber"i, "Xwademazıni" diye tercüme etmişler. Çok garip, "Allah" lâfzı Kürtçe'de yaşamıyor mu yani? Belli ki, gemi azıya almış bazı Kürt milliyetçileri, Kürtçe lisanını İslâmi özünden sıyırarak lâdini bir dil şekline getirmeyi arzu ediyorlar. Vaktiyle aynı kafanın Türkî çeşitlemesi de aynı dertten muzdaripti: Türkçe, fenâ halde İslâmi renkler taşıyordu ve bu lisan tekellüm edildikçe, ahaliyi Müslümanlıktan soğutmanın, Protestanlaştırmanın, modernize etmenin imkânı yoktu. Bu yılın ilk yazısında, "Size bir Öz Kürtçe devrimi yapalım mı?" başlıklı bir yazı kaleme almıştım da, bu yazıdan ötürü faşist ve ırkçı olduğuma hükmeden bazı Kürt kardeşimiz, durumu anlamayıp şu fakire veryansın etmişlerdi. Aradan altı ay bile geçmeden uzak görüşlülüğümün doğrulanmasından memnun filan değilim. Bu işler Kürtçe ezanla başlar arkadaşlar, sonra gidebildiği yere kadar gider... Yakında Kürt dili ve tarihi kurultayları toplanır; Kürtçe'nin bünyesine sızan Fârisi, Arabî ibâreler cımbızla ayıklanır, vb...

"Ölüler zannedermiş ki diriler hep helva yiyor" atasözü bu duruma kinâyedir. Bizim inkılâpçılar, Türkçülük olsun diye millî dil gayretiyle dil devrimine soyunmamıştı ki; dili, dolayısıyla toplumu sekülarize etmek için lugâtimize dahlettiler. Milliyetçiliği de İslâm'ı geriletecek en elverişli antiseptik, -lâteşbih- mikrop kırıcı olarak kullandılar.

Bizim başımıza geldi; siz uyanık bulununuz diye anlatmaktayım fakat bilirim ki verâk-ı mihr-i vefâyı kimse okuyup dinlemez. Milli benlik ve kimliğin keşfi ergenlik gibidir; ifratla tefrit arasında savruluşlarda hayli bunalımlı geçse de hazzı, sıkıntılarından ziyâdedir; hele bir de karşıda 'düşman' cinsinden bir şey varsa lezzetinden yenilmez olur. Kimliğin kemâle varması ise zaman ister. İşte bu yüzdendir ki "Allah" lâfzını garip bir hikmetle Kürtçe ezan metninden uzaklaştıran meçhul mütercimle, meseleyi, "Anadilinizi Anayasa'ya koyunca karnınız doyacak mı? Sırtınıza yeni elbise alabilecek misiniz?" düzleminde değerlendiren yaklaşımın birbirinden pek de farkı yok. Kabul ediyorum, Bahçeli'nin konuşmasında sağduyulu tesbitler de var ama gazeteci tâbiriyle manşetlik cümle anadilde eğitim hakkının karın doyurmayacağı cümlesidir; bu uğurda canından vazgeçmeye hazır onca heyecanlı ve kesin inançlı insanın varlığı nasıl hesab edilmez; en azından hâl-âşina olmak lâzım değil miydi diye sorasım geliyor.

Sözün bana göre doğrusunu söyleyeceğim ama o meşhur kinâye ile henüz buna toplum hazır mı bilmiyorum; şudur: Devlet eliyle toplumu modernleştirmek, lâdini bir topluluk haline getirmek için acımasızca kullanılan Türk milliyetçiliğinin sivilcelerinden mütevellid ergenlik sıkıntılarını henüz üzerimizden atamamışken, dilini, tarihini, kimliğini idrak hazzıyla sarsılan Kürt milliyetçilerine kendi tecrübemizi aktaracak bir lugât bulamıyoruz. Müşterek bir dilimiz vardı, imha ettik; o dil İslâm'ın her mü'min gönülde ma'kes bulacağı Müslüman vicdanı idi.

Anlayana bu kadarı yeter ama anlamak istemeyen için yapacak bir şey yoktur. Ne diyordu Kürtçe ezanın o kısmı?

Varın rıhatiye! (Haydin felâha)