Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Fukuyama, bundan on beş sene kadar önce, 'tarih bitti, herkes evine gitsin' dediği zaman dalga geçmiştik adamla, acele etmişiz; en azından Türkiye'deki Avrupa Birliği taraftarları bakımından Fukuyama'nın tam da on ikiden vurduğunu kabul etmemiz lâzım: AB muhiblerine göre 3 Ekim'i 4 Ekim'e başlayan gece tarih bitmiş bulunuyor. Bundan sonrasını seyretmesek de olur.

Müzakere süreci işlemeye başlamış, gemi suya indirilmiş, tren rayına girmiş, tünelin ucunda ışık görünmüştür. Bu süreç AB'ye tam üyelikle sonuçlanır!

Daha sonra? Sonrası yok, ikide bir tekrar edip durduğum 'tarih bitti' lâfı, bu can sıkıcı yeknesaklığa işaret ediyor zaten; AB'ye giriyoruz ve asırların projesi tahakkuk ediyor. Avrupalı oluyoruz, Avrupalılar da bizi bağrına basıyor; huşû ile kendimizden geçiyoruz, tatlı bir uyuşukluk hissiyle kendimizi sahildeki şezlonga bırakıyoruz...

İyi, şimdi de eğri oturup doğru konuşalım; ben de bu hükümetin yerinde olsaydım 3 Ekim günü yaptıklarını yapardım; başka ihtimâlden haberdar olanlar -muhalefet de dahil- bildiklerini söylesinler dinleyelim. Türkiye'nin AB'ye katılmak için ısrarlı ve kararlı davranması, sadece AKP için değil, her muhayyel hükümet için bir gerekliliktir, çünkü Türkiye'de siyaset aralığı, başka türlü siyaset üretilemeyecek kadar daraldı, inceldi, yalınkatlaştı. AB üyeliğinde ısrarlı olmak, IMF programları muvacehesinde borç faizi ödemek ve borcu borçla çevirmek gibi kaçınılmaz bütçe politikalarıyla uyum içindedir; biri diğerini nakzetmiyor yani. Müzakere sürecinin 'ucu açık' diye tarif edilmesi ise zannedilenin aksine en çok bizim işimize yarıyor; 'ucu açıklık' kavramı, AB üyeliği ihtimalinin mümkün mertebe uzatılabileceği anlamına geliyor. Birisi kalkıp, '12 sene az, sizi AB'ye belki 40 sene sonra alabiliriz' dese, 'şunu yuvarlak elliye bağlayalım' diyenimiz çıkar mı çıkar.

Çünkü AB üyeliği yolunda olmak, daha büyük bir siyasetin küçük parçası gibi algılanmıyor Türkiye'de, bizatihi büyük bir politik hedef kabul ediliyor.

Ezkaza AB'ye tam üye olduğumuz gün milletçe aşırı saadetten sekte-i kalbe uğramamız bence galip ihtimaldir. Hacca giden karıncaya dönmüşüz; 'varmak önemli değil, o yolda ölürüm ya' edebiyatı fena halde câri bugünlerde.

'Bu bir başarıdır, hükümetin hakkını teslim edelim, klasman atladık' diyenlere soruyorum; bir başka ihtimâl mevcut muydu? Avrupa Birliği'nin hangi âkıl yöneticisi, üyelik yolunda Kerem gibi 'Europe'nin keşiş babası olacak haine kâmilen 32 dişini çektirmeye müheyyâ bir Türkiye refüze edip de aklını başına devşirmeye icbâr eder? Âkıl bir Avrupalı diplomat için en elverişli pozisyon -imtiyazlı ortaklıktan daha müreccah olmak üzere- Türkiye'nin üyelik heyecanını vaktinden önce pörsütmek değil, diri tutmaktır. Niçin reddetsinlerdi ki? Ve 3 Ekim'de Türkiye'nin yüzgeri edilmesi için hangi haklı ve makul sebebi gösterebileceklerdi? Mizanseni ustaca kurdular ve oynadılar: Bayan Spassnik'e bu perdede -rahmetli Neriman Köksal'ı hatırlatan- 'vampiye' bir rol biçilmişti, bizim hükümet erkânı ise fukara fakat onurlu fabrika işçisi esas oğlan rolüne bayıldı; belki de akıllarından 'bunu bir dizi yapsak' diye geçiriyorlardır.

AB üyeliğinde ısrar etmeyip de ne yapacağız; bu bizim için en azından şimdilik zararsız bir motivasyon ezberidir. Başka türlü düşünmek, yeni siyasetlere yelken açmak fikrini zihinden geçirmek için -boşverin cesareti- paramız yok. Parasız akıl yürütenlerin hayalhanesi ise Avrasya Birliği filan gibi garip fantezilerden öteye geçemiyor.

Rahmetli annem boşu boşuna 'Akça sayı', yol yürüyüş öğretir' dememişti. Bu kadar faiz dışı fazla ile bu kadar gelecek vizyonu üretmek yine de başarıdır.