Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Hayır, "sıradan" değil; belki sanat kalitesiyle öyle nitelenebilir ama bu film, ABD yönetiminin Ortadoğulu Müslümanlara karşı yürüttüğü aşağılama ve mahkum etme kampanyasının ürünü TRT 1, devletin televizyonu; ne zaman özel kanallar arasındaki zaplama gezintisinden yorgun düşüp, sakin, aklı başında, temkinli ve ağırbaşlı bir istasyonda duraklamak istesek TRT 1"e döneriz. Müsbetleri, menfisinden fazladır ama TRT"nin de tenkide müstehak tarafları yok değil.

Meselâ TRT 3 bandından gündüz saatlerinde at yarışları naklen yayını yapılmasını hiç anlayamamışımdır; ne eğitim, ne eğlence, ne spor?

Hiç olmazsa iki yarış arasında at sevgisini, at kültürünü destekleyen programlar, belgeseller yayınlansa; ama hayır! TRT 3"ü bu saatlerde müşterek bahis oynatan dükkanlar ve at yarışı meraklılarının toplandığı kahvelerden başka kimse seyretmez. Devlet televizyonunun kumarbazlara yönelik yayın yapması, başka ülkelerde rastlanmayan bir garâbet. Yeri gelmişken 1"inci kanalda zaman zaman rastladığım "Sayısal Gece" programına da değinmek gerekir; mantık aynı; piyangoyu devlet tertiplediği için, devletin televizyonu da piyangoyu destekliyor. Aslında şiddetle eleştirilmesi gereken bu hafiflikler, yıllardan beri kıdem kazandığı için kimsenin tepkisini çekmiyor.

Şeytanın gizlendiği yer

Geçenlerde TRT 1, saat 21 sularında bir film seyrettirdi bize. Adı "Vur Emri". Hani o benzerlerini çokça gördüğümüz Amerikan yapımı savaş filmlerinden biri. Başka zaman olsa sonuna kadar seyreder miydim bilmiyorum ama ev sahibinin ilgisini çekince nezaketen ben de seyrettim. Filmin konusu kısaca şöyle (bu özeti filmin yarısından sonrasını seyrettiğim için "bigglook.com" isimli web sitesinden aldım): "Yemen"deki ABD Büyükelçiliğinin çevresi kalabalık bir gösteri grubu tarafından sarılınca, elçiliğin güvenliğinin sağlanması görevi Albay Childers komutasındaki deniz birliğine verilir. Durumun kötü gitmesi halinde elçiyle ailesi tahliye edilecektir. Childers elçinin güvenliğini sağlar ancak askerlerle göstericiler arasında çıkan çatışma sırasında Childers"ın 3 askeri hayatını kaybeder. Bu arada askerlerin açtığı ateş sonucunda 80"den fazla Yemenli erkek, kadın ve çocuk da ölmüştür. Silahsız sivilleri şiddet uygulayarak öldürmek suretiyle kuralları çiğnemekten yargılanan Childers, protestocuların silahlı olduğunu ve elçilik binasına ateş açtıklarını ileri sürerek suçlamaları reddeder..." Devamında Childers, eski silah arkadaşı Avukat Hodges"ten yardım ister ve neticede mahkeme Childers"in masum olduğuna karar verir. "Ee, ne var bunda?" diyeceksiniz. Bir şey yok gibi görünüyor ama unutmayın, şeytan detaylarda gizli derler.

İyi Amerikalı kötü Amerikalıyı döver...

Filmin seyircisi, ta başından beri Albay Childers"in masum olduğunu biliyor çünkü elçilik önündeki gösteri esnasında toplanan sivil kalabalığın içindeki sivil, hatta sıradan insanların elçiliğe ellerindeki silahlarla ateş açtığını görüyor. Yönetmen William Friedkin filmi, Albay Childers"in haksızlığa uğraması hadisesinin etrafındaki gerilim üzerine kuruyor ama ah o detaylar... O detaylarda sivil Yemenlilerin, hatta kadınların, hatta 7-8 yaşlarındaki bir kız çocuğunun bile elçiliğe tabancayla ateş ettiğini görüyoruz. O kız çocuğu, elçilikten açılan masum savunma ateşi esnasında yaralanarak bir bacağını kaybedecek ve filmin sonraki sahnelerinde kirli pasaklı görüntüsüyle seke seke yürürken ve filmin sonlarına doğru, Yemen"de olay hakkında araştırma yapan avukat Hodges"in kendisini fark etmesi üzerine adama nefretle bakarak "Katiller" diye haykıracaktır. "Filmdir, olur böyle şeyler" deyip geçemiyoruz.

Filmde Yemenli Arap ve Müslümanların nasıl Amerikan düşmanlığı ile beslenmiş oldukları döne döne anlatılıyor; böylece elçilik önünde toplanarak elçiliğe ateş açan sıradan insanların nasıl bir zihni altyapıya sahip oldukları hakkında seyirciye esaslı bir mesaj veriliyor. Yani Albay Childers, sivillere, yani köktendinci Müslümanlara, yani sıradan Yemenlilere "derslerini" verip seksen kadarını öldürdüğü için masumdur, hatta tam aksine ABD ordusu ve halkına hizmet görevini yerine getirmiştir. Filmde kötü Amerikalılar da var tabii; onlar Albay Childers"i mahkum ettirmek için yalan söylüyor, delilleri yok ediyor ve böylece "iyi Amerikalının, niçin ve nasıl "iyi" olduğunu izah eden bir kontrast fon görevi görüyorlar.

Üste para vererek propaganda

filmi seyrediyoruz

Hâsılı, normal şartlar altında bahsi edilmeye bile değmez, sıradan bir vakit geçirme filmi. Ama hayır, "sıradan" değil; belki sanat kalitesiyle öyle nitelenebilir ama bu film, ABD yönetiminin Ortadoğulu Müslümanlara karşı yürüttüğü aşağılama ve mahkum etme kampanyasının ürünü ve bu yüzden hayli politik mesajlar taşıyan bir "propaganda" filmi. Hollywood endüstrisi bu filmlerden yüzlercesini yaptı. O noktada şaşılacak bir şey yok. Amerikalılar, Müslümanları hain, terörist, radikal, şiddet düşkünü, cahil, pis ve güvenilmez sıfatlarla markalamak için üretilen bu filmlerini yapmaya, birinci Körfez harekatından da önce başladılar. Bahsettiğimiz film ise 2000 yılının tarihini taşıyor. Şu anda bile aynı temaya eğilen kaç film Hollywood tezgahlarındadır bilinmez. Amerikalılar kendi nokta-i nazarları ve milli politikaları bakımından doğru ve faydalı bir iş yapıyorlar; yanlışı yapan bizleriz çünkü bu filmleri hiçbir seçme hakkını kullanamaksızın ithal ediyor, matah bir şeymiş gibi sinemalarımızda gösteriyor ve hatta hızımızı alamayarak bu pespaye propaganda filmlerini devletin birinci kanalından halka seyrettiriyoruz.

Kambersiz düğün olmaz;

sırada Hürriyet var

Dahası var; ertesi gün tesadüfen gözüme çarptı; Hürriyet gazetesi bir film kulübü kurmuş; adı "Film Gold". Bu kulübün inayetiyle isteyen okuyucu 2.5 milyon TL vererek gazeteyle birlikte iki film CD"si satın alabiliyor. Peki, 18 Aralık tarihli Hürriyet"in ilanında gördüğüm film CD"sinin adı neydi dersiniz? "Yok canım, daha neler" demeyiniz; aynen öyle: "Vur Emri" Nâm-ı diğer: "Rules of Engagement"

Madalya verilsin

Ve aradan on gün geçmesine rağmen hiçbir yerde -en hafif tabirle- bu saygısızlığın kınandığına dair bir haber, bir eleştiriyle karşılaşmadım. Nabi Avcı"nın "Enformatik Cehalet" isimli eserinde belirttiği gibi televizyon merkezsiz bir medya. Orada gözlerimizin önünde akıp geçen bir seyir var; başı, sonu, ortası, kenarı olmayan bir akış. Ve bu akış kanaatlerimizi, önceliklerimizi tayin ediyor. TRT"yi kınamıyorum; çünkü TRT aylardır başı olmayan bir kurum. Tam aksine bu filmi yayına koyan görevli memurun, ABD Ordusu"nda en cesur askerlere verilen üstün hizmet ve cesaret madalyası ile taltif edilmesini teklif ediyorum. Bence bunu haketti.

AKLINIZDA BULUNSUN

HAYRETTİN KARAMAN VE

AVNİ ÖZGÜREL"İN KİTAPLARI

Hayrettin Karaman hocamızın "İslâm ve Türkiye" isimli çalışması Ufuk Kitapları arasında yayınlandı. Prof. Dr. Hayrettin Karaman"ın gazete yazılarını bir araya getiren bu çalışma bir yanıyla ilmî dirayet penceresinden sûretler ve tahliller sunarken diğer ve daha mühim tarafıyla da bu hassas meselelere "içerden" bakışı aksettiriyor. İlim, incelenen konu karşısında ilim adamının nesnel ve soğukkanlı davranmasını bekler. Hayrettin Karaman Hoca"nın bu eseri nasıl "hem ilmî, hem nesnel" olunabileceği konusunda bütün ilim camiasına çok dikkate değer bir ders veriyor. Eseri okuyanlara bu noktayı önemle hatırlatmak isterim. Ufuk Kitapları, gazeteci-yazar Avni Özgürel"in Cumhuriyet ve Din isimli çalışmalarını kitaplaştırdı. Sayın Özgürel"in gazetecilik anlayışı, "araştırmacı gazeteci" tipinin içini hakkıyla dolduran bir üslûp taşıyor; yazıları, gazete yazısından ziyade ilmi analiz değerini de taşıyan usta bir kalem. Konuya yakınlığıma rağmen bu kitapta çok dikkate değer ayrıntılar ve tahlillerle karşılaştım. Okunmaya değer bir eser.

ATEŞ-İ BAHAR: GÜL DALINDAKİ BÜLBÜL

Değerli musikişinaslarımızdan Ahmet Hatiboğlu, gerek koro yöneticiliği ve gerek bestekar yönüyle bende tasavvuf müziği hakkında zevk ve dikkatler uyandırmış bir sanat adamıdır. Onun eski tarz üzre yeni besteler yaptığını duyunca çok sevinmiştim. Fethullah Gülen Hocaefendi"nin gönül çırpınışlarını dillendiren şiirlerin bu çalışmaya güfte bakımından kaynak ve ilham teşkil etmesi ile "Ateş-i Bahar" albümü farklı bir mânâ ve boyut kazanıyor. Albümü dinledim; kanaatim şu: Gül dalına konmuş bülbül, hâl diliyle nasıl şakırsa aynen öyle!