Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

<b>Yorgunuz, dinlenmek istiyoruz?</b>Yorgunluğumuz fazla çalışmaktan ve üretmekten değil, didinmekten. "Duvarı nem, insanı gam yıkar" derler ya, onca didinip çabaladığı halde gayretinin işe dönüştüğünü göremeyenlerin inkisarı yoruyor bizi. Nasibimiz endişe, hüzün, hayal kırıklığı ve melâl. Gam yorgunu, endişe kumkuması olmuşuz, dinlenmek istiyoruz.

Yıllardan beri devletin adıyla soyadımız tutuyor diye filmin jön karakteriymişiz gibi bir yanlış zehab içinde yaşamak ve öyle davranmaya kalkışmak yorucu bir şey. Marabanın mülkü, azabın çiftliği, uşağın köşkü, işçinin fabrikayı sahiplenmesine benziyor bu. Hâlâ ne zaman, bir yerlerden "arş yiğitler vatan imdâdına" diye bir nidâ işitsek, mülk için, çiftlik, köşk, fabrika için angarya lâzım geldiğinde, "yahu sağa-sola bakmaya ne lüzum var, çıkalım bir adım öne, taşın altına elimizi koyup yüke omuz verelim" demeye teşneyiz. Kemal Sunal rahmetlinin canlandırdığı o unutulmaz "Tosun Paşa" karakterine benziyoruz biraz; icab ettiğinde sırmaları kuşanıp vazifeye koşuluyoruz da, nimetler bölüşülünce ne Yeşil Vadi kalıyor ortada ne de Müjde Ar; parsadan bize sadece geçmişle övünmek düşüyor.

Ha, yeri gelmişken belirtelim; ara sıra "biz" sigâsı kullanmak icab etse, bir yığın papara işitmekliğimiz de işin cabası; ne "biz"i; bizim "biz"den bahsetmekliğimiz elinde üç-beş banknot bulunduran bir garibanın kendisini Merkez Bankası'na ortak hissetmesi neviinden bir yanılsamadan ibaret. Biz hiç biz olmadık; olamadık ki!

Ne zaman kendimizi ifade etmeye kalkışsak seçtiğimiz kelimeler başımıza derd oldu; ırkçılıktan faşistliğe, şovenlikten militerliğe, sermaye uşaklığından dinciliğe, mürtecîlikten Amerikan uşaklığına ne kadar mel'un kavram varsa üzerimize boca edildi. Kekeledik ve sustuk. Bir lügâtimiz yoktu ki, içinden uygun kelime ve sıfat seçmenin sezgi ve bilgisiyle donanmış olabilelim. Çoğu kere bizim adımızı başkaları koydu; belki de bu yüzden hiç "biz" olamadık.

Biz Türkiye denilen kavramın görünür, elle tutulur nesnesi yerine konulmanın dayanılmaz sıkleti altında kaldık hep. Ecdâdın dilini konuşmanın, inancını paylaşmanın, vaktiyle yurt edindikleri yerde yaşıyor olmanın ne kadar bedeli varsa bizim üstümüzden tahsil ediliyor bugün.

Vaktiyle Mütâreke diye bir devir yaşandı buralarda. "Sevr" diye bir proje telaffuz edildi ve bu projeye göre biz ve bizim gibilere koca Devlet-i Aliyye enkâzından lâyık görülen yer, Orta Anadolu nâhiyelerinde kıraç, sahille irtibatı kesik, ahalisi niteliksiz ve bilinir hâliyle tabii zenginliği olmayan bir yurtluktan ibaretti. Bu hesaba rıza göstermeyip de "arş yiğitler" feryadıyla taşın altına el koymaklığımızın ceremesi, bugün olmuş hâlâ burnumuzdan fitil fitil getirilmekte. El insaf yahu; Cihan Harbi'ni biz çıkarmadık, Anadolu'yu Avrupa pâyitahtlarında fellik fellik lobi yaparak beş altı federal uydu devletçiğine biz taksim ettirmedik, Yunanlıları İzmir'e asker dökmeleri için biz kışkırtmadık. O vakit de çok yorgunduk lâkin memleketimiz istilâ edildi, biz de dövüştük.

Ne yani, özür mü dileyelim?

Tamam, yorgunuz filan ama o kadar da uzun boylu değil!

Sadede gelelim; bizim de Türkiye'den isteklerimiz var: Daha iyi ve kaliteli, üretkenliğe ve hakikati kazanmaya yönelik eğitim istiyoruz; daha âdil ve kaliteli yönetim taleb ediyoruz; yönetime lâfla değil, gerçekten ve fiilen katılmak istiyoruz. Biz de anadilimizi konuşmak, medeni zenginlik referanslarımızı geliştirmek, inançlarımızdan ötürü muahezeye uğramamak, siyasi planda adam yerine konulmak ve aldatılmamak, neticede yedi düvel ile sulh içinde yaşamak istiyoruz.

Avrupalılar için belki tipimiz çok câzip değil ama biz de kendimizce bir "cemm-i gafîr"iz burada!