Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Her gazete okuyucusu gibi ben de köşe yazısı müptelâsıyım; bir şeyi fark ettim, bir köşe yazısını yazmakla okumak birbirinden ayrı şeyler.

Okurken yazara tâbi oluyorsunuz, fikirlerine iştirak etmeseniz, hatta kızıp dille-diş arasında "haydi oradan be" diye homurdansanız bile okuyucu mevkiinde olmak, insanı yazara karşı "mâdun", yeni dille edilgen bir psikolojik hâlete getiriyor. Sanki okuduğunuz nice zamanlar boyu yıllanma fıçılarında bekletildikten sonra kristal imbiklerden süzülerek damla damla okuyucunun önüne sunulan bir hikmet usâresidir! "Nereden biliyorsun a efendi?" diye sual edilirse, kendi yazılarını okurken "aşkolsun bana, ne hikmet döktürmüşüm, ne dürr ü güherler saçmışım" diye hayretlenen bir yazarın bu mevzuda görüşlerini ciddiye almanızı tavsiye ederim; aynen öyle oluyor: İnsan kendisini bir süre sonra kabilesinin başına musallat olan kötü ruhları kovmak için ateş yakıp tütsü yapan, fal döken ve bu esnada trans vaziyetine geçerek gaipten haberler getiren Şamanlar gibi hissetmeye başlıyor. Trans hali geçtikten sonra kehanetlerinizin veya tahminlerinizin hiç de saçma-sapan durmadığını fark ederek, "fena değil, hiç de fena değil" diye kendinizi takdir etmeye başlıyorsunuz. Oysaki ne vecd, ne istiğrak! "Bugün ne yazacağım" endişesi ile masaya oturup saatlerce kukumavlar gibi iskemlede tünedikten sonra, bunca emek veren herkesin yazabileceği şeyleri bir araya getirmişsiniz. İşin içinde biraz aşçılık hüneri de yok sayılmaz doğrusu. Her neyse, sonunu bağlayıp, "bugün de yakayı sıyırdık çok şükür" sevinciyle yazdıklarınızdan kopmuşsunuz; ertesi gün onca sıkıntı ile yazdığınız şeyleri heyecanla -sanki sizin için yeni bir şeymiş gibi- okurken, "ben de fena yazar değilim yahu; kimden neyim eksik" diye nefsinize ufak bir aferin kurabiyesi sunmanız kaçınılmaz oluyor.

En azından bazı okuyucular biliyor, onun için sır değildir ve ifşânın vakti gelmiştir; kendim için söylüyor gibi görünme tehlikesine rağmen açıklıyorum: Yazarlar da bazen hata yaparlar ve işin garibi -şekil A'da görüldüğü gibi"-, hatalarını itiraf ederken bile bayrağı dik tutmayı, gururlarını bir şekilde fazlaca incitmeden yakayı sıyırmayı, hatta okuyucuda belirmesi kuvvetle muhtemel, "ne kadar samimi ve açıksözlü bir adam" izlenimini sömürerek kendilerini fazlaca ezdirmemeyi becerirler. Şekil B'de ise daha büyük yazar taifesinin uyguladığı beylik savunma taktiklerini görebilirsiniz: Onlar hatalarını itiraf etmek yerine, meseleye bir başka açıdan yaklaşmayı, o yazıyı hiç kaleme almamış gibi davranmayı veya "önemli değil, bugün memleket ne halde biliyor musunuz" girizgâhıyla dikkat dağıtmayı becerebilen meslek ustalarıdır! Benim hâlim Şekil A'ya uyuyor daha çok.

Mâlum tezkere meselesinde bu satırların yazarı "Amerika'nın B planı yok" diyenler arasındaydı meselâ. Eğer çamura yatan takımından olmayı kendime yedirebilmiş olsaydım, "hâlâ B plânları yok, herifler sağ gösterip sol vurdular. Baştan beri niyetleri Kuzey Irak'a Türkiye üzerinden değil güneyden girmekti, dolayısıyla A planı hâlâ yürürlüktedir" tezinde ısrar edebilirdim; lüzum görmedim, yanılmışım (dikkat edi- yorsunuz değil mi, bayrağı asla yere düşürmüyorum!). Başka hatalarım da oluyor; mesela geçenlerde bir okuyucum nazik bir mektup gönderdi, diyor ki, "dikkat ediyorum, yıllardan beri 'koyma, koyulma' mânâsını kasdederek 'va'z' yazıp duruyorsunuz; halbuki bu kelimede apestrofu a ile z arasına alırsanız dini öğüt anlamı vurgulanmış olur; aslında bu kelimeyi vaz' şeklinde yazmanız gerekirdi (vaz'ı-yed, vaz'etmek gibi)". E, okuyucu haklı, hâfızana güvenir de kitaba bakmaya üşenirsen böyle olur işte. "Efendim bir apostrofun yeri değişmekle kıyâmet mi kopar" diyemezsiniz; kıyâmet kopar ve okuyucu yerden göğe haklıdır.

Başka?.. Bizde hatâ tonla, üstelik hepsini okuyucu fark etmez bile; çoğu mâsum şeylerdir: Son düzeltme safhasında gözden kaçan şekli kusurlar, üslûp kakafonileri bu cümledendir; bir cümle içinde aynı fiili iki kere kullanmak gibi. Öyle ki düzeltmeye de gelmez: "Dünkü yazımda filan cümlenin dördüncü kelimesi yerine şu kelimenin kullanılması gerekiyordu; okuyucularımdan özür dilerim". Olmaz, görmezden geleceksiniz mecburen.

Bir de itiraf edilemez türden hatâlar vardır; taktik değil de stratejik türden yanılgılar. İşi o kerteye getireceğimi sanıyorsanız yanılıyorsunuz demektir zira insanların hemen tamamı, bu türden yanılgıları "kader" kavramına sığınarak küllemeyi tercih ederler.

Netekim ben de öyle yapıyorum işte.