Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Türk basınının efsâne gazetelerinden Tercüman'ın unutulmaz yazarı Ergun Göze, yarım asrı geçen basın hatıralarını yayınladı: "Yaşasın Hâtıralar" (Kubbealtı Yayınları). Hayli hacimli, baskısına itina gösterilmiş bu hâtıratı merak ile ucundan-kenarından okurken zamanın nasıl geçip sabahın ilk saatlerine yaslandığını fark etmemişim.

Ergun Göze ile gıyâbi alâkamın iki veçhesi var: İlki, 70'li yılların başından itibaren Tercüman okuyucusu olmak; ikincisi ise Ergun Bey'in "baba ocağı" diye adlandırdığı Sivas'ın Çarşıbaşı Mahallesi'ndeki evin alt katında dört sene kiracı sıfatı ile oturmuş olmak. Benim liseli yıllarım; Ergun Bey'in yeğenleri Fahrettin ve Ahmet'le hem akran, hem arkadaşız; annesi Hatice Hanım sadece kendi evinin değil, mahallenin de samimi bir saygıyla değer verdiği o örflü Osmanlı hâtunlarından. Kendisi hatırlamayacaktır; ben Ergun Bey'i annesinin cenazesi için memleketine geldiği zaman tanımıştım. Balta kesmez bir zemheri soğuğuydu; hâlâ hatırlanır...


Ergun Göze hâtıralarını yazmamış, sanki Türk sağı'nın ciğer, vicdan ve ruh röntgenini çekmiş; sadece Türk sağı'nın değil, Türk matbuatının da. O yıllarda Tercüman okuyan, milliyetçi-mukaddesatçı fikriyatı destekleyen, AP, MHP, MSP gibi sağ cenah partilerine oy veren kitlenin nazarında birer hakikat havarisi, birer Fâtih fedaisi ulviyeti kazanmış kişi ve kurumların zamanla nasıl savrulduklarını -veya istisnâ kabilinden nasıl kaya gibi metîn bur duruş gösterdiklerini- öğrenince, âdeta o yılları bir başka boyutuyla yeniden yaşamış gibi oldum, zenginleştiğimi hissettim. Benim için çok öğretici şeyler okudum "Yaşasın Hâtıralar"da; öğretici, çünkü dünün bilgisi, bugünü ve yarını izah eder. İnsan tabiatının değişmeyen yanı ise, bizde süreklilik duygusunun yerleşmesine sebep olur. Değişen dekorlarda aynı hikâyelerle karşılaşıp durmamızın sebebi bu işte.


Hüzün; daha ziyade hüzün: Daha ziyade gıyâben tanıdığım bir ağabeyimin 340 sayfada kendi mâzisiyle hesaplaşmasından kendi nefsime ayırdığım hissenin adı. Hepimizin kağıt üstünde bildiği, pek azımızın yaşadığımız an içinde fark ettiği o ezelî ve ebedî hakikat: her şey geçer, geriye ancak Allah indinde değer taşıyan ruh ve karakter metânetleri kalır!


Bir dönemin efsâne siyasetçileri, efsâne gazetecileri, efsâne yazarları, efsâne ağabeyleri ve efsâne kurumlarını Ergun Bey bize ters köşeden gösteriyor ve o zaman anlıyoruz ki yaşamakta olduğumuz şey, vaktiyle yaşanmış şeylerdir.


Rahmetli Fethi Gemuhluoğlu, kabiliyetli öğrencilere burs yardımı yapmakla tanınmış bir insandı. Fethi Bey'e bir gün Tevfik Demiroğlu demiş ki:

"Fethi Bey, sen her önüne gelen alnı secdeli köylü çocuğuna burs veriyorsun ki bunlar yarın ilmî cihad versinler diye. Yanılıyorsun, yapmazlar, okuduktan sonra şehirde kaybolurlar. Sen elinden geliyorsa şehrî çocuklar bul, onlara burs ver. (s. 323)"

Karşıdan çok çiğ gibi görünen bu sözün hakikatini bilenler bildi; bilmeyenlerin biraz daha beklemesi lazım.


"Babamın hakkımdaki hükmü şuydu: 'Ergun, zekân fena değildir, bu bakımdan seni pek kimse kandıramaz. Fakat seni nasıl kandırırlar biliyor musun? Allah, vatan, millet diyerek'. Ne demek istediğini, hayatımın ilerlemiş safhalarında anlayacaktım. (...) Kendi aldanışım umurumda değil, fakat vatanın, milletin aldanışı hele Allah'ı kandırmaya çalışanların mâneviyatımıza verdiği zararlar? Bugün bile ızdırabımın kaynağı o... İşte bu satırlar biraz da onu, bu ızdırâbın mâcerasını anlatmak için yazıldı" (Giriş kısmından, s. 15)"