Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

İmza ıslak mıydı, yoksa hafif nemli miydi meselesini tam dokuz ay tartışmışız; daha doğrusu bulunan evrakın kâğıt parçası mı, yoksa belge mi olduğuna kanaat getirmek için tam dokuz ay arpacı kumruları gibi düşünüp durmuşuz.

Kurumun en üst yetkilisi, "bu bir kâğıt parçası" diye ısrar ediyor, hatta meydan okuyor, hatta bu kâğıt parçasının birileri tarafından kurumu yıpratmak için hazırlandığını ileri sürüyordu. Şimdi ise, "Söz konusu belgenin ıslak imzalı aslının mevcudiyeti iddialarını doğrulayabilecek bazı delillerin elde edil"diği yolunda açıklama yapılıyor.

23 Ocak günü "Karargâhta neler oluyor?" başlıklı yazıda şu kanaate yer vermişim: "Artık emin olmaya başladım: TSK'ya karşı dışardan asimetrik psikolojik harekât yürütenlerin varlığını tahmin ediyorum fakat içerden -yani dost kuvvetlerden- orduyu yıpratmak isteyenler daha etkili oluyor, kuruma daha çok zarar veriyorlar." Önceki gün karargâhtan yapılan açıklama, bu kanaatimi doğruluyor ve samimiyetle söylüyorum, bu konuda haklı çıkmış olmaktan memnun değilim.

Askerliğimi Genelkurmay'da yapmadım ama bu kadarını herkes bilir: Her resmî dairede üretilen evrakın kaydı, sayısı, tarihi tutulur, sûreti muhafaza edilir, âmirin bilgisine sunulur; yani bir kamu görevlisi, sadece kendi bilgisi altında kalacak tarzda resmi evrak üretemez. İddia ortaya atıldığında üst komutan, "Şimdi o belgelere bakıyoruz tuhaf... İçerik olarak artı hazırlanış şekli olarak farklı..." şeklinde bir değerlendirme yapınca biz, bu kâğıdın âmirlerin bilgisi dışında hazırlanmış şahsi bir şey, belki bir fantezi ürünü olabileceğinden şüphelenmiştik. Evrakın kurum içinde sair belgeler gibi işlem görüp görmediğini, mûtad dışı üretilmiş şahsi bir fantezi eseri olduğuna dair bir bilgiye de sahip değiliz; sadece "ıslak imzalı aslının mevcudiyeti iddialarını doğrulayabilecek bazı deliller"in varlığından eminiz.

İyi de, bir âmir, adı gazetelere, savcılıklara düşmüş personelini tenhaya çekip, "Nedir bu işin aslı evladım?" diye sormamış mıdır? Sormaması, işin aslını öğrenmemesi düşünülemez bile. Hesab etmeli ki sözünü ettiğimiz kurum, kendi kriterlerine göre "yaramaz" gördüğü personelini YAŞ kararıyla sorgusuz, sualsiz, temyizsiz-mahkemesiz kapının önüne koyma yetkisiyle donatılmış bir kurum. Sayısı birkaç binle ifade edilen personelin ve yakınlarının hayatı bazen sadece şüphe üzerine karartılırken bu kadar uzun süre tereddüd geçirilmiş miydi; zannetmem.

Çürük elmaları ayıklamak bu kadar zor mudur?

......

NOT: Kadim okuyucularımdan biri, "Beğenmediği yazarları işten atamayan patronlara kızdığı için Başbakan'ı protesto etmeyecek misin?" yollu bir mektup gönderdi. Cevaben, "Hayır, çünkü ödüm patlıyor; ya patronum işten atarsa" diye cevap verdim; bu işin şaka faslı fakat bazı yazarların, "Bu nasıl nezaketsizliktir; Başbakan böyle söyleyebilir mi, onurum incindi" yollu tepkilerine katılmıyorum. Başbakan bir patrona, "Şu yazarı işten atın" derse ayıp etmiş olur ama "gücüm yetmiyor" diye mürâilik edenleri eleştirmeye elbette hakkı vardır. Kimse, "Görmedim duymadım, söylemedim" postuna oturmasın: Özel sektörde iş garantisi yok ve yazarlar da ömür boyu maaş garantisi ile çalışan memur durumunda değiller. Başbakan'ı ayıplayan yazarlar, Tekel işçilerinin haklarını savunurken gösterdikleri celâdeti, kendi gazetelerinde niçin sendika tutunamadığı yolunda bir araştırma dosyasıyla taçlandırırlarsa ve çalıştıkları kurumda köşesi olmayan personelin haklarıyla, ücretleriyle, problemleriyle daha yakından ilgilenirlerse daha iyi yaparlar diye düşünüyorum.

Yazar dayanışması için yanlış adresim ben; siz buna "Sınıf şuuru gelişmemiş, işbirlikçi yazar bozuntusu" da diyebilirsiniz pekâlâ...