Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Kehanet gibi olacak ama öyle: Sel yatağına ve çürük yamaçlara yapılan evler, önümüzdeki yıllarda da yıkılmaya ve can almaya devam edecek; Şile sahillerinde yine kitle halinde boğulma vakalarına şâhit olacağız; Güneydoğu'da yine gece uykusu esnasında damdan düşülecek ve neticede biz yine basit tedbirleri ihmâl ettiğimiz, akıl nimetine küfrân ile mukabelede ısrar gösterdiğimiz ve fikr"i takibe sahip olmadığımız için bu gibi vakalarda tutturageldiğimiz yıllık ölüm istatistik rakamlarını yine egale edeceğiz. Mesele sadece Kuzeydoğu Karadeniz'in çürük yamaçlarına ev konduran, Güneydoğu'da gece uykusu için çıktıkları damın etrafına koruyucu duvar ördürmeyen veya Şile sahillerinin insan yutan tehlikeli zemininde serinlemeye kalkışan insanların tedbirsizliği ile sınırlandırılamaz: Marmara depremi, Türkiye'nin okumuş, teknik beceri seviyesi yüksek, dünya görgüsü yeterli ve gelir seviyesi itibariyle genel seviyenin üstünde kalan nüfusunun da aynı tipten zaaflarla mâlul olduğunu gösterdi; Gölcük'te denizle aynı seviyedeki araziye dikildiği için harap olmuş apartmanları gözümle gördüm.

Bu memlekette İmar Kanunu var, nâzım planlar var; bu kanun ve planları uygulamakla sorumlu merciler, kurumlar, teknik elemanlar da var. Görünüşte kamu düzeni, mevzuat ve kadro bakımından bir sistem kurmuş ama sistem işlemiyor. Marmara depreminde binlerce ev yıkıldı; bu evler gecekondu filan değil imara uygun, teknik eleman kontrolünden geçmiş yapılardı ve eğer vaktiyle bazı kamu görevlileri, görev ve yetkilerini suiistimal etmemiş olsalardı bu evlerin çoğu şimdi ayakta olacaktı. Depremin ilk haftasında birkaç müteahhidin tutuklandığını duyduk, belki çoktan tahliye olmuşlardır bile ama devlet, bizatihi kendisinden kaynaklanan görev ve yetki ihmâlini yeterince soruşturmadı. Yani devletin bu noktada çürük yamaca ev konduran çay üreticisinden mantalite itibarıyla farkı yok. Kamu binalarına koca harflerle yazdığımız, "Hayatta en hakiki mürşit, ilimdir, fendir" vecizesi, bazı akademik mahfillerde son derece sığ ve tehlikeli bir pozitivist kanaat uyandırmaktan başka hiçbir tesir icra edemedi. Aksini iddia edenler kamu idaresinde "ilimle, fenle" telifi kabil hangi icraatı gösterebilirler?

Deprem gerçekten büyük ikazdı; ama okumamakta inat ettik. Aslında irili ufaklı her felâketin sonuçları "ilmî ve fennî" açıdan değerlendirilmesi gereken bir derstir; biz ise dersimizi çalışmak yerine âfet bölgelerine saçları itina ile taranmış ve boyanmış politikacıları sevk edip, "devlet yaraları saracaktır" vezninden böbürlenmelerle günü kurtarıyoruz. Türkiye gündemi zalimdir; görürsünüz, üç gün sonra heyelanı unutur, başka şeylerden bahsetmeye başlarız.

Önümüzde seçimler var; demokrasilerde beceriksizleri tasfiye edip başarıyı ödüllendirmek için seçimden daha iyi yol yok fakat korkarım ki biz bu seçimlere, yine o alışıldık, "bize bir şey olmaz abi" zihniyetiyle bakmaktayız. Daha düne kadar "seçim" lâfını duyunca tüyleri diken diken olan siyaset esnafı, bugün ibrete sezâ bir iştihâ ile seçim hevesine kapıldı; hatta baraja takılacaklarına neredeyse kesin gözüyle bakılan partiler bile anlaşılması zor bir seçim histerisine kapılmış görünüyorlar. Seçmen karşısına çıkacak bir icraatları olmadığına göre, neye güveniyorlar dersiniz?

Bana kalırsa siyaset esnafı, artık milli bir doktrin halini almış bulunan "bize bir şey olmaz abi" felsefesinin geçerliliğine güvenmektedir. "Bize bir şey olmaz" lâfzını doktrin haline getirmek, aynı zamanda sosyal hâfıza bunaması mânâsına da gelir çünkü. Vaktiyle komşuları, hısımları aynı sebepten ötürü can verdiği halde heyelan mıntıkasına ev konduranların, evvelki gün onca kişi boğulduğu halde kendilerini ikaz eden görevlileri döverek Şile'deki o lânetli sahilde tekrar be tekrar denize girmekte ısrar edenlerin, her seçimde taze bir heyecan, yeni bir kurtuluş ümidi görmeleri beni şaşırtmıyor artık.

Ortada "yeni" olan hiçbir şey yok ama "yine" ve "yeniden" bıktıracak kadar bol. Seçim fikrine mistik bir mânâ yüklemenin gereği yok; seçim, her şeyden evvel seçebilme, daha doğrusu seçimde bulunabilme hakkını kullanmak demektir. Son seçimler, bir şeyler yapmaya çalışanların dibe battığı, buna mukabil hiçbir şey yapmadan yerinde kalanların "sırf tecih edilmiş atâlet tavrından ötürü" ödüllendirildiği bir mantığın egemenliğine sahne oldu; büyük ihtimâlle aynı şeyle tekrar karşılaşacağız.

AB yasaları doğrusu pek umurumda değil ama seçimden önce mutlaka yerine getirmemiz gereken işler var: Heyelan mıntıkasına ev kurmayacağız, batak sahillerde denize girmemeyi öğreneceğiz, gece damda yatmak gerekiyorsa kendimizi emniyete alacağız ve aynı hassasiyeti eşzamanlı olarak devletten de bekleyeceğiz ki seçim seçime benzesin; kısaca, önce rasyonalitenin gereklerini ifa edelim ki bilahere spritüalist beklentiler içinde bulunmamızın bir anlamı olabilsin.

"Bize bir şey olmaz" diye diye buralara kadar geldik ama başımıza gelmeyen kalmadı. "Bize bir şey olmaz" dedikçe bize hep bir şeyler oluyor; artık tersini denemeliyiz.