Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Herkesin dini kendine; fakat kendisini bir dine mensup hissedenlerin o din ile ilişkisi hakkında söylenecek şeyler var.

Mükerrer olacak ama tekrarı faydalı. Bir dine mensup olmakla o dine mensup kalmak farklı şeyler. Asırlar boyunca sayısız insan atalarının dinine katıldı ve katılmaya devam ediyor. Bir insanın kendi dinini seçmek konusunda ne kadar hür olabildiği, müsbet—menfi bir hüküm verilemeyecek ölçüde çetrefil bir mesele lâkin ilk tercihten sonraki süreç için belki küçük bir kriter koymak mümkün: Bir dine mensup olmak, bir ülkenin vatandaşı olmak gibi değildir; vatandaşlık, gerekli mevzuatın tamamlanmasından sonra kazanılır ve kendiliğinden sürer; halbuki bir dine mensup olmak, her zaman denetlenmesi gereken bir şuur hali teşkil ettiği için vatandaşlığa benzer bir süreklilik arzetmez. Dine mensubiyet halinde istikrar sağlamak için bu mensubiyetin mütemadiyen kontrol edilmesi gerekir.

Din şüphesiz bir iman meselesidir ama onun yerinde durup durmadığını tahkik etmek vazifesi akılla ilgilidir. Herkes gibi bizler de bu konuda tabii olarak İslâm merkezli düşünmekte mâzuruz; dinimizin "İbrâhimî silsile"nin en son ve mükemmel halkasını teşkil ettiği inancı, diğer dinlere mensup olanlara nisbetle bize gizli bir üstünlük hâleti veriyor; şüphesiz İslâmî hoşgörü dediğimiz vâkıanın temelinde bu üstünlük hissinin büyük payı bulunuyor. Ne var ki bu üstünlük hissinin "empatik" kabiliyetlerimizi körletmesine izin vermemek gerek. Daha açıkça ifâde etmek gerekirse bir gayrımüslimin İslâm'a dönüşüyle ne kadar memnuniyet duyuyorsak, faraza Hıristiyan olan bir Müslüman'a —kendimizi ne kadar zorlasak da— iyi gözle bakamıyoruz. Doğrusu insanın kendi dini söz konusu olduğunda bîtaraf kalabilmesi çok zor.

"Yeni" bir insan olmak

Yusuf İslâm'la Engin Noyan'ın yaptığı o samimi mülâkatı takib ederken öyle bir güzellik iklimi husûle geldi ki, bir an, o esnada Galatasaray Mallorca maçını unutuverdim; Yusuf İslâm nasıl Müslüman olduğunu anlatıyordu ve galiba bütün seyircilerle birlikte ben de, Stevens'in gönlünü İslâm'a çeviren o harikulade kader ânının nasıl yaşandığını öğrenmeye kilitlenmiştik. Yusuf İslâm anlattıkça garip ve güzel bir şey oldu; sanki o dakikalarda biz seyirciler, hepimiz adım adım "yeniden" Müslüman olmaya doğru yaklaşıyorduk ve o güzel ânın bir lâhza önce vürûdunu arzuluyorduk; bu, benim için başkalarının tecrübesiyle mâlum olmakla beraber sanki tamamen yeni bir heyecan oldu. "O anda bütün rûhum ve varlığımla tamamen Müslüman idim" dediği cümlede kapıldığımız inşirah hissi, "İnşirah" sûresiyle taçlandığında galiba hepimiz birer "yeni" insandık.

Yusuf İslâm, bize İslâm'a dışardan bakışın, o kolay kolay tasavvur edemediğimiz değerli tecrübesini yaşattı. "Ol mâhiler ki deryâ içredir, deryâyı bilmezler" hükmünün mazmûnu açığa çıktı. Sevincimiz bu defa meşhur bir pop yıldızının İslâm'a dönüşünden duyduğumuz "ibrâ edilmişlik" hissinden ibâret değildi; eben—an—ced Müslüman olsak da günün birinde yeniden İslâm'ı seçebilme zevkinin farkına varmıştık.

Bu güzeldi, çok güzeldi!

Dini rutin tehlikeli midir?

Bir Müslümanın günün birinde yeniden —hatta defalarca, hatta binlerce, milyonlarca kere—İslâm'ı seçerek Müslüman olabileceği gerçeği bir kısım çevrelerde imân eksikliğine haml olunabilir; herkesin dini kendine ama yeniden Müslüman olabilmenin yaşama sevincini zenginleştirdiği çok âşikar. Kimseye akıl vermek iktidârında olmadığımın şuuruyla telaffuz ediyorum, bana göre bu galiba çok doğru ve hatta gerekli bir tecdîd işlemidir. "Tecdîd—i imân ve nikâh", İslâm kültüründe bilinen bir müessese olduğuna göre imân tazelemenin daha sık aralıklarla yapılmasında da mahzur olmasa gerektir. İnsan dinini seçmeli, daha doğrusu seçebilmelidir; bu, ona din hakkında düşünme fırsatı verecektir ve düşünen her insan tâzelenecektir. Dine her defasında yeniden duhûl etmek niçin yeni bir başlangıç olmasın ki; bütün başlangıçlar güzeldir, her defasında yeniden tazelenen heyecanlarla ve ümitle doludur. Düşünen insan mukayesede bulunur, bütün rutinleri havalandırır ve gün ışığına çıkararak bir kere daha gözden geçirir. Galiba rutinlerin en tehlikelisi "dîni" markalı olanlarıdır ve çoğu insan haklı olarak iman mevzuu olarak kabul ettiği dini rutinleri, kerrât ile yeniden geriye dönüp gözden geçirmeyi akıldan geçirmez; ne var ki böylelikle "dini nükte"nin nasırlaşabilme ihtimâli kuvvetle muhtemel olmayacak mıdır?

Ve nasırlaşmış bir din telakkîsinden daha hapsedici ne tasavvur edilebilir?

Hac, yeniden Müslüman olmak gibi midir?

Hacca gitmek henüz nasip olmadı ama her Kurban Bayramı akabinde tâze hacılarla sohbet ederken, sanki üzerime çok vazife imiş gibi onların ne kadar "tâzelenmiş" olduklarını merak ediyorum; bu merakın bir Müslüman için "sevimsiz tecessüs" kategorisine girdiğinin farkındayım ne var ki hac gibi insanı ve gönlünü tâzeleyici bir heyecan menbâının insanlar üzerinde nasıl iz bıraktığını gözlemekten nefsimi men edemiyorum. Vebâlini bile bile itiraf etmeliyim ki, hacca gidebilmek fırsatına erişmiş insanların bir kısmını "tazelenmiş" görememek insanı düşündürüyor; vâkıa eski yeni her "hacı"da "Harameyn"i yeniden görebilmek ve oraya yeniden gidebilmek heyecanının yaygınlığı sevindirici bir husus. Bu yetersiz gözlemlerden mânidar bir sonuç çıkarmak belki haksızlık olur fakat en azından "haccın" yeni bir davranış güzelliği, daha evvel bünyede sertleşmiş kötü huyların yumuşaması tarzında tecellisini beklemeli değil miyiz?

Haksızlık etmeyelim; hac etmek, dinî vecibelerin sonuncu sırasında yer alan mâlî ve fiziki bir ibâdet; her Müslümanın teorik olarak hacca gitmesi mümkün olmadığına göre bir insanın kendi hâlini ıslah etmesi ve güzelleştirmesini niçin sadece hacılardan bekliyoruz? Diğer ibâdetlerin de bu hususta inanan bir insana yeterli olabileceği şüphe götürmez. Din, insana kendini her defasında yeni bir heyecan ve ümitle tazelenebilme imkânı verdiğine göre meraklı bakışlarımızı niçin hacılar üzerinde yoğunlaştıralım?

Herkesin dini kendine

Yıllarca önce köy—şehir irtibatının kopuk olduğu bir toplum vasatında, köyünden belki de ilk ve son defa ayrılarak askere gidenlerin yaşadığı tecrübeye benzer bir tecrübe olmalı hac; temyiz kabiliyetine erişeli beri dini rutinler içinde yaşayan bir mü'minin büyük ihtimalle ilk ve son beynelislâm toplum tecrübesi; aynı gaye ve hedefe doğru yanyana yolculuk eden mü'minler topluluğunun müşterek psikolojisi, ihrama girmenin, "efendimiz"in yaşadığı beldelerin rûhu ile temasa geçmenin mutlaka rutin kırıcı bir te'siri vardır. Öyleyse?

Başkalarını yargılamayı bırakıp kendi nefsimizi sîgâya çekmeli en iyisi; bir ferd—i vâhid olarak bizim yapabileceğimiz kendi rutinlerimizi havalandırmak, kendi şuurumuzu tazelemek ve vaktiyle ebeveynimizin seçtiği dini yeniden seçerek başka bir hayata doğmak; bunu ancak biz yapabiliriz ve sadece biz yapabiliriz.

Ve herkesin dini kendine!