Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Amerika tarihi hakkındaki ilk bilgilerini benim gibi Teksas, Tommiks gibi hiç de ilmî sayılmayacak kaynaklardan edinenlerin nazarında Kızılderililer vahşi, saldırgan, iptidai ve kan dökmekten, kafa derisi yüzmekten zevk alan bir kavimdi; buna rağmen yaşım ilerledikçe niçin çoğunluğu teşkil eden terbiyeli, beyaz ve tabii iptidai olmayan çoğunluğun aksine "yerli"leri tutmaya başladığımı doğrusu pek düşünmemiştim. Kızılderililerin tarihini 1492'de Kristof Kolomb'un kıt'aya ayak basmasıyla başlatmak şüphesiz bizim gibi dünya tarihini Batı perspektifinden öğrenenler açısından peşin bir "zihnî kayma" hatâsı teşkil ediyordu; onların Amerika kıt'ası üstündeki geçmişlerinin arkeolojik bulgulara göre en azından onbin yıla dayandığını öğrenmek de pek birşey ifade etmiyordu. Batılı idrâkin zihnimize yerleştirdiği "medenî—iptidaî" şablonuna göre medenî olmanın tek biçimi vardı ve bu anlayış kaynağı Avrupa idi. Batı hayat tarzına yabancı ve anlaşılmaz görünen her kültür farklılığının vahim bir kabalıkla "iptidaîlik" olarak değerlendirilmesi aslında zihnî bir hastalıktı.

Neden sonra "vahşi kızılderililer" edebiyatının arasına serpiştirilen "yerli" kavramı, anlamlı bir fikir tohumu gibi zihnimde başka türlü karşılıklar bulmaya başladı; Kolomb, kıt'aya ilk adımını attığı andan itibaren Amerika'nın bütün eski sâkinleri "yerli" oluvermişlerdi ve bunun tam zıddını "beyaz adam" kavramı teşkil ediyordu. Türkiye'de kendine isim bulmakta beceriksizlik çeken asıl kitlenin has ismi de "yerli"likten başka bir şey olamazdı. Sağcı, Müslüman, Milliyetçi, Muhafazakâr, Mukaddesatçı gibi sıfatlar ya vuzuhtan mahrum veya yeterince kaplayıcı ve târif edici olgunluğa yükselemiyordu; işin esası bizim bu memleket içindeki varlığımızı en ziyade anlatan sıfat "yerli" idi. Aşağıdaki satırları okuyunca aradaki şaşırtıcı benzerliği ve "yerli" kavramının iki farklı kavmi sıfatlandırmak için nasıl eldiven gibi oturduğunu farkedeceksiniz:

"Delawareler, 1778 ve 1861 yılları arasında, neredeyse bir yüzyıl içinde (Amerikan yönetimiyle) yaklaşık kırkbeş anlaşmaya katıldılar— ortalama olarak her iki yılda bir tane. Her defasında isteklerinin kabul edilmediğini gördüler; sık sık hainlikle ve minnet duymamakla, boşa vakit geçirmeyi çalışmaya tercih etmekle, ahlaksızlıkla ve putperestlikle suçlandılar. Bu olaylar üzerinde uzun uzun duruyoruz; çünkü bu uç bir durum da olsa, 'bizim' diyebilecekleri hiç bir yer bulamadıkları, yüz elli yıllık bir geri çekilişi içeren tipik bir örnektir." (Clark Wissler, Kızılderililerin Tarihi, Çev: E. Soydam, İmge K. İst, 1996, s. 115)

Bu satırlarda anlatılan dramın, bizim Batılılaşma tarihimizde tekrarlandığını farketmek hayli sarsıcı: İkiyüz seneden beri memleketin fiili efendileri, ahali ile bir anlaşma akdedecek ölçüde asıl bünyeden farklılaşmış bulunuyorlar; küçük bir nüans: Bu süre zarfında milletle anlaşmak zaruretini hisseten pek az yönetim gördük. Çoğunlukla bizi, "hainlikle ve minnet duymamakla, boşa vakit geçirmeyi çalışmaya tercih etmekle, ahlaksızlıkla ve putperestlikle" suçladılar, "eğitilebilir" nitelikler taşıyıp taşımadığımızı merak ettiler, bize nasıl "medenî" olabileceğimizi târif ettiler, itiraza yeltenenleri tarihî akışın gerisinde kalmakla itham ettiler. Bu esnada takındıkları tutumun Hindistan'ı idare eden sömürge yönetimiyle veya Amerikan "yerli" lerine medeniyet götüren beyaz Avrupalılarla ne kadar benzeştiğini hiç farketmediler.

Onlar bize medeniyet ateşini göklerden çalıp sunan "Prometheus" gibi davranıyorlardı ve biz onların nazarında "ıslahı mümkün, eğitilebilir lâkin fecî surette geri kalmış" "renkli"lerdik: "Colored"in mânâsı sözlükte, "beyaz ırk dışındaki bir ırka, özellikle zenci ırkına mensup; tesir altında kalmış, etkilenmiş" olarak târif ediliyor ve bu kelime İngilizce'de hâlâ kültür uçurumuna dayalı ırk ayrımını imâ eden bir aşağılama ifadesi olarak yaşıyor.

Kızılderililer bugün Necib Fâzıl rahmetlinin "Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya" mısraını hatırlatan tarzda ezelî anayurtlarında hukuk nazarında eşit lâkin fiilen ikinci sınıf insanlar gibi yaşıyorlar. Merkezî hükümetin tahsis ettiği sosyal yardım fonlarıyla sürdürülen küskün bir hayatı sürüklüyorlar. Koca bir kıt'a karşılığında kendilerine verilen sosyal yardım tayınları hiç şüphesiz çok ucuz bir bedel.

Çalışma odamın duvarlarında pek az insanın resmi var: Rahmetli babam, Cemil Meriç, Özal, Dudayef ve Hunkpapa Sioux kabilesinin efsânevî lideri "Oturan Boğa". Resim 1885 tarihini taşıyor; bu mağrur ve muzdarib bir simânın ardındaki kendi değerlerinden emin rûhun fotoğraf makinesinin objektifini küçümseyen bakışını her gördüğümde saygıyla ürperiyorum.

Türkçe'de "colored" lâfzına denk düşen bir tahkir kelimesi yok ama "yerli" kavramının beşerî derinliği, bizi dünyanın bütün yerlileri ile aynı hüznü terennüm etmeye çağırıyor.

Not: Bir rivâyete göre "amcazâdemiz" sayılacak derecede nesebî yakınlığımız bulunan Kızılderililer hakkında etraflı mâlumat edinmek isteyen okuyucular için metin içinde künyesini verdiğim "Kızılderililerin Tarihi"ne ilaveten Dee Brown'un "Kalbimi Vatanıma Gömün" isimli dokümanter eserini de hararetle tavsiye ederim: E Yayınları, İstanbul, 1990.