Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Niçin bir metnin ana fikri ıskalanarak, "iddiadan ibaret" olduğu vurgulandığı halde bir ayrıntıya abanıp hemen müdafaa ve kontratak hâletine bürünürüz? Doğrusunu isterseniz noterlerin veya avukatların çalışma ve kariyer şartları, özlük hakları beni şu esnada hiç alakadar etmiyor; etseydi o yazıyı başka türlü kurgulardım elbette.

Geçen hafta, yıllardan beri noterlik yapmakta olan eski bir dostumla uzun ve samimi bir telefon görüşmesi yaptık. Konu üç hafta önce bu sütunlarda yayınlanan, "Meslek kuruluşlarının öteki yüzü" başlıklı yazıydı. "Kardeşim ne istiyorsun sen bu noterlerden" takılmasıyla başlayan muhaveremiz karşılıklı lâtifeler ve kahkahalarla hayli zaman sürüp gitti. Sohbet esnasında noterliğin "risksiz" bir meslek olduğu yolundaki iddia üzerinde durdu arkadaşım ve bir hadise anlattı: Bundan birkaç sene önce dolandırıcının biri, bir mahalle muhtarıyla işbirliği yaparak yeniden nüfus cüzdanı çıkartmak için evrak tanzim ettirmiş; daha sonra o evrakla nüfus kağıdı çıkarıp notere giderek o kimlikle bir başka isime vekâlet düzenletmiş ve bir başkasının hesabındaki birkaç milyon tutarındaki dövizi tahsil edip sırra kadem basmış. "Şu anda o noter arkadaş, eski hesapla bilmem kaç trilyonluk bir riskle karşı karşıya" diye yakındı. Lâf arasında Türkiye'de nüfus kayıtlarının henüz kimliği fotoğrafa rabteden kayıt sistemine geçmemesinden ötürü noterin bu hataya bilmeden iştirak ettiğinden de bahsetti. Neticede karşılıklı hal hatır faslından sonra görüşmemiz bitti.

Ben hâlâ yazımın ana fikir itibariyle doğru anlaşıldığını ama noter dostumun bir lâtifeleşme vesilesi olsun diye bana telefon açtığını sanıyordum. Geçen haftaki Aksiyon'un Okur Hattı'nda yayınlanan bir başka noter (avukat) mektubunu okuyunca yanıldığımı farkettim. Dergiye yazılan mektupta benim avukatlarla noterler arasında taraf tuttuğum şeklinde bir imâda bulunuyor. Genç noter-avukat şöyle diyor: "Yazarın noterlik hakkındaki bilgisi, benim köşe yazarlığı hakkındaki bilgim kadardır. Sayın Alkan noterliği çok para getiren bir iş zannediyor, ben de köşe yazarlığını öyle zannediyorum..." ve mektup avukatlıkla noterlik mevzuatı hakkında aydınlatıcı bilgilerle sürüp gidiyor.

Nereden baksam can sıkıcı ve sevimsiz bir durumla karşı karşıya olduğumu farkediyorum. Üç hafta önce yayınlanan "Meslek kuruluşlarının öteki yüzü" başlıklı yazımın ana fikri, noterlerle avukatlar arasındaki mesleki rekabetten daha ötede, meslek kuruluşlarının "mesleki dayanışma" kavramına biraz fazlaca kapılarak kamu hizmetlerini verimli hale getirmekte sorumluluk üstlenmediğinden yakınan bir fikre istinad ediyordu. Kaldı ki o yazıda noterler hakkında ileri sürülen "kolay para kazanıyorlar, noterlik sayısını sınırlı tutup baronlaşıyorlar" yollu ifadelerin bir iddiadan ibaret olduğundan, noterlerin bu konuda neler düşündüğünü bilmediğim için yazılanların "iddia" olarak anlaşılması gerektiğinden de bahsetmiştim. Yazı arşivde duruyor, isteyen doğru söyleyip söylemediğimi kontrol edebilir.

Niçin bir metnin ana fikri ıskalanarak, "iddiadan ibaret" olduğu vurgulandığı halde bir ayrıntıya abanıp hemen müdafaa ve kontratak hâletine bürünürüz? Doğrusunu isterseniz noterlerin veya avukatların çalışma ve kariyer şartları, özlük hakları beni şu esnada hiç alakadar etmiyor; etseydi o yazıyı başka türlü kurgulardım elbette. Böyle bir alınganlık türü, meslek kuruluşlarının bünyesinde hep yaşatılagelmiştir diye düşünüyorum. Ne zaman bir meslek mensubunun adı sevimsiz bir hadiseyle birlikte anılacak olsa, bu kabil tepkilerin yükselmesine alışmışızdır. Bu gibi hallerde çok tekrarlanan klişe, "bir kişinin olumsuz tavrı, bütün meslek erbâbına mal edilemez" şeklindeki itirazdır; bu itiraz mantığı tabiidir, tabii olmayan şey, meslek kuruluşlarının bu gibi hallerde dayanışmacı tavrı biraz fazlaca benimseyerek, meseleyi ferdileştirme eğilimi serdetmesidir galiba. Ferdileştirilen bir mesele, asla bir "mesele" gibi görünmez çünkü.

Konu meslekî dayanışmadan açılınca beni hayli tebessüm ettiren bir başka hadiseyi de sizlerle paylaşmak istedim. Önceki haftasonu Zaman'ın pazar ilavesinde "sahtecilik" konusunu mizahi dille ele alan "Mim" başlıklı yazıma hayli sevimli bir cevap geldi. Yazıda şaka yollu bir sahte dişçi tipinden yola çıkarak şunları yazmıştım: "Belki diş hekimliği fakültesinden terk, belki bir diş hekiminin yanında uzun yıllar çalışmış başarılı bir kalfa. Günün birinde, 'niçin kendi işimi kurmuyorum; gül gibi mesleğim var elimde' diyor ve senelerce tıbba hizmet edikten sonra hasetin birinin gammazlamasıyla yakayı ele veriyor! Şimdi bu adama sahte dişçi diyebilir miyiz? Diyemeyiz; teknik mükemmel, taktik kusursuz, kondisyon yeterli. Ee..."

Yazarken aklıma gelmedi değil; diş hekimleri camiasında pek değerli dostlarım olduğu için dişçi ile diş hekimi arasındaki farkı vurgulamadığımı ileri sürerek -ve haklı olarak- bana sitem edebilecekleri ihtimâline binaen minik bir şerh koymayı da ihmâl etmemiştim. Beni gülümseten tepki, diş hekimi dostlarımdan değil, bir diş hekimliği öğrencisinden geldi. Bakınız ne yazmış:

"Merhaba

Zaman gazetesindeki 'Mim' başlıklı yazınızı okudum. Tam da sınav vaktinde olduğumdan her halde bana biraz dokundu. Ben diş hekimliği 4. sınıfta okuyorum. Diş hekimleriyle alakalı örnek bana pek uygun gibi gelmedi. Şahsen hasetliğimden değil ama hakkım olduğu için ben de olsam (sahte diş hekimlerini) gammazlarım. Sonuçta istediği kadar başarılı bir kalfa olabilir ama sizin de düzelttiğiniz gibi ancak 'dişçi' olabilir, 'diş hekimi' olamaz. Teknik mükemmel ama hekimlik sıfır. Ben sürüne sürüne verdiğim patoloji, histoloji, cerrahi vb. derslerini boşu boşuna almıyorum. Bu kişi allerjik bünyeli bir hastayı koltukta anaflaktik şoktan kaybedebilir, tümörü kist zanneder falan filan. Türkiye'de çok da kötü olmayan diş hekimliğini teknisyenlerle bir tutmayalım, ders çalışma şevkim kırılıyor:)"

Bu öğrenci kardeşimize en azından diş hekimliği ile köşe yazarlığı arasında gelir cinsinden bir mukayeseye kalkışmadığı ve tepkisini son derece sevimli bir dille seslendirdiği için teşekkür etmem gerekiyor. Bu vesileyle bu köşenin devamlı okuyucularının hoşgörüsüne sığınarak meslekî dayanışma ve meslek kuruluşları hakkındaki yazımın son paragrafını tekrara müsaade etmenizi istiyorum:

"Onlar ülkenin en enerjik, en üretken, en bilgili, en nitelikli iş gücünü oluşturuyorlar ama meslek kuruluşlarının sızlanmanın, hükümeti eleştirmenin de ötesinde artık 'yardımlaşma sandığı'ndan daha fazla görevleri olduğunu farketmeleri gerekiyor. Devletin eleştirildiği her konuda en azından bir meslek kuruluşu üyesinin sorumluluk taşıdığını farketmek gerek."