Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Kırk yıllık lise arkadaşlarımdan biri, geçenlerde bana ilginç bulduğu bir metin gönderdi; daha doğrusu vaktiyle isim listesine beni de dahil ettiği için gönderdiği her anonim belge kendiliğinden bana da geliyor.

Posta kutusu olanların başına sık sık gelen çoğu zaman sıkıcı, bazen de sevimli hadiselerdendir; bilirsiniz. Meşhur internet efsânelerinin medyasını da bu gibi muhtevasına dokunulmadan çoğaltılarak eşe-dosta gönderilmiş mektuplar teşkil ediyor. Gelelim mektubun ne idüğüne...

Metin gıda ve beslenme üzerine uzman bir bilim adamına ait; yani üfürük değil. Ana fikir itibarıyla mısırözü yağı veya margarin yerine zeytinyağı tüketmemizi, zeytinyağının daha sağlıklı olduğunu izah eden kısa ve ana fikri doğru bir yazı. Ne var ki muhtevasında akıllara ziyan bir komplo teorisi de barındırıyor. Şu günlerde komplo teorisi sokarıçına bulanmadan en mâkul tezler bile servise konulmuyor. Bu sevgili hocamız, çok değerli tavsiyesini bakınız nasıl bir komploya bağlıyor ki okuyunca bizler, "Vay canına, hain ve alçak herifler sağlığımıza nasıl kasdediyor, hatta neslimizin tükenmesi için sinsi sinsi çalışıyorlar!" diyebilelim.

Ondan önce küçük bir hatırlatmada bulunmam gerekiyor; az önce "Sokarıç" kelimesinden bahsettim; yeni yetmeler şimdi sadece sos deyip geçiyorlar; halbuki sokarıç, tam da sosun karşılığıdır. Hangi dilden Türkçeye geçtiğini bilmiyorum ama farketmez; sostan iyidir.

Zeytinyağından nefret ettiren besteler!

Efendim, komplo teorisi şöyle:

Hocamız işe Marshall planıyla başlıyor; harp sonrası 16 ülke, Türkiye'yle birlikte ABD'nin iktisadi yardım programına alınmıştı. ABD o tarihte dünyanın en büyük üreticisi. Mısır stoklarını eritmek için kolları sıvayan ABD'liler Marshall yardımından istifade etmenin şartı olarak Türkiye'nin mısırözü yağı almasını şart koşmuşlar (Hoca kaynak da gösteriyor, doğru olabilir yani). Buna paralel olarak Türkiye'de ilk margarin fabrikası kurulmuş.

Devamında diyor ki gıda uzmanımız, "Aynı dönemde yüzbinlerce zeytin ağacı söküldü, katliam yapıldı; halkımız mısırözü yağı ve margarine alıştırıldı; bu esnada zeytinyağı ısıtılırsa kanser yapar gibi yalanlar uyduruldu."

Doğru olabilir mi? Olabilir. Hoca devam ediyor: "Kalan zeytin ağaçlarının zeytini ve yağı ABD tarafından dolar karşılığı alındı, mısırözü yağı TL karşılığı satıldı." Bir dakika bir dakika!... Hani zeytin ağacı katliamı yapmıştık; uyanık Türk çiftçisi Amerikalıların müşteri olduğunu fark edince zeytinliğini keser mi? Velev ki kesti diyelim, nasıl oluyor da hâlâ zeytin üretimde Türkiye'miz dünya 4'üncülüğünü koruyabiliyor?

Neyse, bunlar esas mevzumuz değil... Gıda uzmanımız asıl bombayı şu cümleyle patlatıyor:

"Bununla da kalınmaz, karalamak için tıpkı bugün yapılan halkla ilişkiler endüstrisi çalışmaları gibi 'Zeytinyağlı yiyemem aman, basmadan fistan giyemem aman...' diye türkü sipariş edilir ve ülkenin en gözde türküsü yapılır (...) Basma giyen kadınlar plastik giysilerle tanıştırılır."

El insaf yahu; Türkiye pamuklu tekstilinde başa güreşen bir ülke değil mi?

İşte vasati internet gezginini zevkten ve hayretten mest eden cümle budur. Devleti yöneten elimecbur Amerikancı maşalar, necib Türk milletini zeytinyağından soğutmak için derhal müzik adamlarına direktif vererek, "Halkı zeytinyağından nefret ettiren eserler besteleyin" demişlerdir. Bunun üzerine derhal Bursa yöresine ait o meşhur türkü derlenerek radyolarda çalınmaya başlamıştır.

"Ömer diyeceği ağzını büzüşünden belli oluyor" teşbihi üzere hocamız, yazısına şu cümleyle girmeyi uygun görmüştür zaten: "Bursa yöresine ait bu türkü 2 Kasım 1954 tarihinde İhsan Kaplayan'dan kaynak gösterilerek Muzaffer Sarısözen tarafından derlenmiştir. THM okunum sırası (Repertuar numarası) 1133.

Tarihini gününe kadar net gösteriyor, kaynak belli, derleyen kapı gibi Muzaffer Sarısözen; TRT'deki okunum sırası bile çok net: 1133. Ee, öyleyse iddia kesin derecede doğrudur!

Böyle güzel komplo teorileri sıcak havalarda insanda serin bir vantilatör tesiri yapıyor, ciddiye almamak şartıyla tabii.

...

Gıda uzmanımızın harikulade keşfi bir türkü sözüne dayanıyor; türkünün derlenme tarihi de üç aşağı beş yukarı tarihi dekora uymaktadır; öyleyse eksik parçaları tamamlamak çocuk oyuncağıdır.

Rahmetli Sarısözen sağ olup bu ilmî (!) tesbiti okusaydı herhalde gülmekten krize girer, ölmez de krizden sağ çıkarsa, "Ya Rabbi şu akılları bir günlüğüne bana da nasib et de rahat bir uyku çekeyim" diye niyaz ederdi.

Efendim, buracıkta alçak sesle fısıldamak isterim ki, türkü sözlerinin doldurma mısrâlarını ezoterik mânâlar vererek Türkiye'nin sosyo-ekonomik yakın tarihine şerh düşürmek, karşıdan cazip bir fikir gibi görünse de insanı madara edecek derecede tehlikelidir. Nitekim türküyü yakan şahıs, hemen ikinci mısrâ'da "Basma fistan giyemem" tesbitinde bulunarak, aslında zeytinyağlı yemekle, basmayla ilgilenmediğini açık açık izah ediyor. Halk edebiyatını biraz bilenler çok iyi hatırlar ki, dört mısrâlık türkü sözlerinin, mânilerin, koşmaların çoğunda ilk iki mısrâ yastık hükmündedir, bu gibi mısrâlara "Doldurma" denir. Örnek verelim: "Acı biberim acı/ Ocağa koydum sacı/ Şimdiki kızlar kaçıyor Bandırmalı güzelim/ Nedir bunun ilacı"

İmdi bu sözlerden hareketle Balıkesir yöresinden Ali Taran'dan derlenen türkü sözlerini analiz ederek, "Acı biber yemeyelim, hele sacda hiç kavurmayalım çünkü Bandırmalı kızları tutana aşkolsun" gibisinden bir açıklama yapmakla, "Hükümet sipariş etti, Sarısözen de Bursa'ya gidip zeytinyağlı aleyhine türkü derledi" iddiası arasında fark yok!

İsterseniz bir örnek daha vereyim, Ankara havalisinde Yağcıoğlu Fehmi Efe'den derlenen "Alim gitme pazara/Uğratırlar nazara" sözlerini acemi bir sosyal bilimciye teslim ederseniz, akşama doğru şöyle bir sonuca varması mümkündür: "Türkler teşebbüs ruhu eksik, hımbıl bir millettir; nitekim Ali adlı kişiyi pazara gitmemesi için uyaran kişi, onun nazara uğrayabileceğini ileri sürüyor; öyleyse Türkler hem memur ruhlu hem de batıl inançlı bir topluluktur!"

Al sana mis gibi sosyo-ekonomik türkü analizi...

Bir-iki analiz daha yapalım mı sevgiyi okuyucular? (Yapalııım sesleri...) Peki, hatırınızı kırmayacağım, buyrun...

Hayır yapmayalım; çünkü bu işin sonu yok. Denizler mürekkep, ağaçlar kalem olsa türkü sözlerindeki doldurma mısrâların tahlilinden sosyo-ekonomik neticeler derlemenin dibine erişilmez, bence öylece bırakalım..