Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Siyasi Partiler Kanunu ve seçim mevzuatımız, milletvekili seçiminde parti genel başkanlarına veya yakın çevresine geniş yetkiler tanıyor. Sadece seçimlerden önce yapılan ön seçim uygulamasıyla değil, parti teşkilatlarının delege profilinin biçimlenmesinde de mühim bir genel merkez ağırlığı söz konusu.

Bir başka açıdan durumu şöyle özetleyebiliriz: Az sayıda bağımsız aday hariç, milletvekillerinin, en azından genel merkezin tasvibini almadan kendi güçleriyle vekil seçilebilme ihtimâli fiilen son derece zayıftır.

Son istifaları işittikçe genel merkezlerin veya genel başkanlarının nasıl bir duyguya kapıldıklarını anlayabiliyorum; ihanete uğradıklarını düşünmeleri tabiidir, ardından "son istifalarla partimiz safralarını atarak daha da güçlenmiştir" makamında o bildik nakaratı tekrarlarlar ve mesele bir süre sonra unutulur gider. İstifacı vekiller ise meseleyi elbette ihanet olarak görmeyeceklerdir. Şaşaalı basın toplantılarında açıklanan gerekçeler nâdiren gerçek sebeplerle örtüşür; onlar siyasi hayatlarını bir başka çatı altında sürdürebilme imkânını zay'etmemek için şimdi yeni bir genel merkeze sadakat gösterisinde bulunmak zorundadırlar.

Şimdi konuya dışardan bakalım. Daha üç sene önce genel başkanın kısacık bir selamına ve iltifatına mazhar olabilmek, birlikte resim çektirmek için ömürlerinden birkaç yılı vermeye hazır insanların bir süre sonra partilerini eleştirerek veya "gördükleri lüzum üzerine" çekip gitmeleri hiç de hoş bir görüntü vermiyor. Bir vekil meşrep değiştirir, hayata bakışı farklılaşır, dünya görüşünde önemli tebeddülâtlar meydana gelir ve "bu parti benim dünya görüşüme uymuyor" diyerek partisinden ayrılır; âmennâ! Bu noktada kanunun aramadığı ama amme vicdânının şart koştuğu kaide, vekilin sadece partisinden değil, vekillikten de çekilmesidir. Şahsi nitelikleriniz ne olursa olsun, bu partinin seçmenleri size partili kimliğinizden ötürü destek vermişler ve siz de minnetle kabul etmişsiniz; parti değiştirdiği halde vekillikten istifa etmemek hakkı sadece bağımsız seçilme başarısını gösteren vekillere ait olmalı bence.

İşin bir de "hüllecilik" tarafı var; Meclis'te üç vekille temsil edilen parti, Hazine'den yüklüce yardım alıyor. Partilere Hazine yardımının temel esprisi belli ama hile-i şer'iye ile Hazine'den para almak dışardan pek fena intiba veriyor.

Bazen kendimi bir genel başkanın yerine koyar düşünürüm; "350 milletvekili ile ilk seçimde iktidara geleceğimi bilsem, vekillerimi hangi kıstaslara göre seçerdim?" diye. Bir de siz düşününüz; kağıt üstünde kolay görünüyor ama ben işin içinden çıkamadım; arkadaşlarla yola çıkamazsınız bir kere; arkadaşlar arkadaşlık içindir; ehliyet ve emanete sadakat gösteren seciyeli isimlere öncelik verseniz her aksaklıkta yakanıza sarılıp hesap sorar, kızınca da vekillik de dahil istifa edip giderler. İster istemez size karşı sadâkat gösterilerinde bulunan, çevresi geniş, ağzı düzgün lâf yapan, muktedir ama niteliklerinin vücut diliyle genel başkanı tehdit etmeyen insanlara rıza gösterip zamanla parti disiplini içinde yekpare bir grup ahengi tesis edebileceğinizi düşünürsünüz. Başka kriterler de var mıdır bilmiyorum. Siyasetin "adam tanıma ve seçme" boyutu, demek ki gündelik hayatta itibar ettiklerimizden daha farklı hassasiyetler geliştirmeyi gerektiriyor. Eğer partilerinden istifa eden vekillerden hareketle "adam tanıma ve seçme" kriterlerinin ne olabileceğini tahmine kalkışırsak, işte böyle sevimsiz akıl yürütmelerine varabiliyoruz ancak.

Siyaset sosyolojisi nazarıyla Türkiye'de parti kimliklerinin henüz organik bir bütünlüğe erişemediğini söylemek mümkün. AK Parti daha dün kuruldu sayılır; CHP gibi nerdeyse asırlık bir parti bile iç erozyona uğruyorsa bu teşhiste isabet var demektir.