Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Birkaç günden beri Güneydoğu havası, daha doğrusu seçim intibaları almak için bölgedeyiz.

İlk intibâı Diyarbakır uçağında cereyan etti. Yanıbaşımda oturan yaşlı bir hanımefendinin ve kızının eşyalarına yardım edince nezaket gereği bir sohbet başladı. Uçak indikten sonra onca eşya ile yaşlı teyze ve kızını belediye otobüsüne bindirmeye gönlümüz rıza göstermediği için gönüllü eşya taşımacılığına devam ettik. O esnada yaşlı hanımın kızı teşekkür bâbında, “Kimsiniz, niçin geldiniz?” diye sordu.

-Gazeteciyiz dedik. “Hangi gazete?”, “Zaman” derken konu hızla siyasi meseleye, Müslümanların birbirini hırpalamasına, oradan yolsuzluk söylentilerine akıverdi.

Yolculuk boyunca elindeki tevhidmatik ile tesbihatına kesintisiz devam eden hanımefendinin yolsuzluk iddialarına yaklaşımı çok ilginçti, dedi ki:

-Konuya şöyle bakmak daha doğru olur zannediyorum. Evet, kedinin ağzından yoğurt damlıyor, patilerinde yoğurt bulaşığının izleri var; yoğurt çanağı da önünde, lakin dinimiz bize, bizzat şahit olmadıkça suizan etmememizi öğütlüyor!

O kadar şirin bir izah biçimiydi ki, tebessümle karşıladık. Hemen deftere davranıp bu ilginç yaklaşımı sizlerle paylaşmak için not aldım. Sair meselelerde de; meselâ kalp kırmamak, hakaret etmemek, örgütçülükle suçlamadan önce iki kere düşünmek gibi hususlarda da böyle incelikli davranılmış olsaydı diye geçti içimden.

“Evet görüyorum ama inanmak istemiyorum” yaklaşımı, çaresizliğin dayattığı bir yaklaşım olarak hayli paylaşılıyor. Diyarbakır ve Urfa’da kimle karşılayıp ayaküstü sohbet etsek, bu mesele ve meselenin sürüklediği sonuçlar gündeme geldi. Bu intibalarımı inşallah, diğer yazar arkadaşlarımla birlikte daha tafsilatlı olarak sizlerle paylaşacağız.

Şu kadarını şimdiden çıtlatmak mümkün: En yetkili ağızdan başlamak üzere havuz medyasının yayını, “inanmak istemeyen” kitleler üzerinde hayli tesir yapmış.

Bir kahvede Ali Bulaç’ı önceden tanıyan kıraathane sahibinin selâmdan sonra ilk cümlesi çok dikkat çekiciydi meselâ:

-İnşallah Zaman’ı bırakmışsın Hoca?

Epeyce güldük; güzel espriydi!

Günün en güzel esprisini ise bir arkadaş aktardı. Tamamen yaşanmış, şahitli isbatlı bir hadise fakat kırgınlığa yol açmasın diye kahramanının adını saklı tutacağım.

İktidar vekillerinden birisi bölgede seçim çalışmalarına katılıyor. Düzenlenen toplantıda hemşehrilerine hitab etmek üzere ayağa kalkıyor. Herkes merak içinde, olup bitenleri ve son gelişmeleri sayın vekilin nasıl anlatacağına dikkat kesilmiş can kulağıyla dinlemekte. Vekil hafifçe öksürüp sesini temizledikten sonra diyor ki:

-Biz, parti olarak bu dönemde yeni bir prensip getirdik.

Herkes yeni prensiplerin ne olduğunu merakla dinlemekte...

-Yeni prensiplerimiz diyor, 3 E başlığı altında topladık. Bunlardan ilki, yani birinci E, ekonomidir.

Eh, mâkul. Gerçi herkes 3 Y kuralının ne zamandan beri terk edilip, 3 E’ye geçildiği konusunda bilgi sahibi değildir ama ilk E’nin ekonomi olması akla uygun geliyor. Peki ikinci E?

-İkinci E, diyor vekil, “egitimdir!”

Eğitim de akla yatkın. Peki üçüncü E?

Herkesin can kulağıyla dinlediğine emin olmak üzere bir miktar durakladıktan sonra üçüncü E’yi açıklıyor,

-Üçüncü E ise Ehlâktır Ehlâk!

Bu kadar tenasüple bir araya getirilmiş bu kadar E’ye can dayanır mı; makaralar koyveriliyor! [email protected]