Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Aç tavuk darı ambarına düşerse nasıl davranır? Bir an kendinizi, hayâllerinizin darı ambarına düşmüş aç bir tavuk gibi tasavvur etmenizi ricâ edeceğim; farkındayım, teşbih pek kibarca değil ama kabul ediniz, sizin de zihninizde öyle bir yer vardır mutlaka...

Siz kendi hesabınızı yaparken ben sözü getirmek istediğim yerden başlayacağım. Bundan on gün kadar önce kendimi birdenbire Boğaz sırtlarının Avrupa tarafında, cennetmekân padişâhımız Sultan II. Abdülhamid Han'ın sarayı diye bilinen Yıldız muhitinde buluverdim.

100 metre uzunluğunda, otuz metre genişliğinde uzun bir avlu. Avlunun üç tarafı vaktiyle saray atlarının barındığı tek katlı yüksek ahır binaları ile çevrilmiş durumda. Orta yerde mıcır, kum, moloz birikintileri dikkat çekiyor. İstanbul'un çıldırtıcı temposunun tam ortasında ama o hayhuydan tamamen yalıtılmış bir mekân. Avluya bakan kapıların üstünde "Cila atelyesi, Tekstil atelyesi, Halı ve dokuma atelyesi, Porselen atelyesi, Sedef, Altın varak atelyesi" gibi garip ve küçük tabelalar asılı.

İşte benim darı ambarım böyle bir yer olabilirdi ancak... Hırsla atelyeden atelyeye taşınıp duruyorum. Herbirinde günlerce kalmak, hatta ustaları kızdırmak pahasına işlerine karışmak geçiyor içimden. Fantastik bir rüya gibi...

Kapılara doğru yaklaşınca içinde iş önlüğü giymiş ve ilk bakışta neyle uğraştığını asla anlayamayacağınız ciddi yüzlü insanlar görüyorsunuz, hepsi de birşeylerle uğraşıyorlar: Ağaç, boya, altın varak, iplik, yün, sedef, fildişi, vernikle kuşatılmış, titizlik, sabır ve sanatkâr el emeği ile derinlik kazanmış bir mesai. Burası tam tekmil ismiyle T.C. Millî Saraylar Daire Başkanlığı, Yıldız Şale Köşkü Teknik Birimler Atelyeleri. Bu atelyelerde çalışan insanların başlıca vazifesi, millî saraylarda bulunan eşyaların bakım, onarım ve restorasyonunu yapmak. XVI. Louis tarzı bir koltuk, 19. yüzyıl Viyana mâmulâtı bir dolap, bundan yüz kusur sene önce Hereke'deki atelyelerde dokunmuş bir halı veya perdelik-kaplamalık kumaş, belki Abdülhamid'in elinden çıkmış bir yazı masası, bir çerçeve, ayna, bir iskemle veya avize... bu atelyelere geliyor ve tam bir vukuf ve ehliyetle onarılarak geldiği yere gidiyor.

O müstesnâ gün, atelyelerde çalışan sanatkârlarla birlikte mesai saati bitiminde bu fantastik avludan ayrılırken şöyle düşündüm: "Biz bazen kendimize büyük haksızlıklar yapıyoruz. Şu atelyenin benzerini İtalya'da, Fransa'da, İngiltere'de görsek, 'Helâl olsun adamlara; tarih birikimlerine hem sahip çıkıyorlar hem de onu yeniden üretecek derecede iş bilgisini ve sanatkârı bir araya getirip çalıştırarak parmak ısırtacak bir dinamizm gösteriyorlar.', ki bu atelyeler hiç şüphesiz vaktiyle iyi düşünen, uzağı gören ve yapabileceğimiz şeylerin imkânlarını iyi ölçüp tartan bir bürokrat, bir devlet adamı, bir siyasetçi tarafından teşvik edildi, kuruldu ve yıllardır faaliyet gösteriyor. Eksiklerimizi ne kadar tesbit edebildiğimiz tartışılır fakat yapabildiğimiz iyi şeylerin kadrini değerlendiremediğimiz bir hakikat!"

Fıstık gibi teşkilât; yüksek vasıflı pek çok usta, güzel atelyelerde biraraya getirilmiş. Tıkır tıkır sanatkârâne işler çıkarmaktalar...

İşte o sâfiyâne duygularla dolup taştığım bir esnada, atelyede sohbet ettiğim sanatkârlara şöyle bir soru yönelttim,

-Nasıl, burada mutlusunuz değil mi; şâhâne bir ortam?

Yüzüme, "Sen şimdi ne demek istiyorsun; dalga mı geçiyorsun, yoksa dünyadan haberi olmayan bir safdil misin?" mânâsına gelebilecek tuhaf bir nazarla bakıyorlar; halbuki bana göre bu atelyelerden birinde çırak olmak bile mutluluk için yeterince büyük bir şanstı. Hani mümkün olsa, belki üste para vererek bu atelyelerden birinde çıraklık yapmaya hazır birinin bütün sâfiyetiyle sorduğum soruya sonradan pişman oldum. Durum meğerse şöyleymiş efendim: Bu atelyelerdeki sanatkârlar, evvelâ sanatkâr filan sayılmıyorlarmış. Resmi ünvanları tam tamına şöyle:

Geçici personel!

Hoppala! Ama sayın işverenim bu adamlar, kendi sahalarında Türkiye'nin ilk onu'na girecek kadar vasıflı insanlar. Sadece iş yapmıyorlar; kendilerinden sonra gelenlere meslek içi eğitim de veriyorlar. Böyle vasıflı insanlara nasıl geçici personel der geçebilirsiniz ki? Bunların çocuklarına birisi "Baban ne iş yapıyor?" diye sorduğunda göğsünü gere gere, "Benim babam Oyma ustası sanatkâr; benim babam Osmanlı tekstili üzerine uzman; benim babam şu şu şu klasik sanatlarımızın sanatkârı" diyebilme hakkı niçin esirgenir bilinmez. Bu güzel atelyeleri bir araya getiren, içine sanatkâr koyan ve atelyeleri başarıyla işleten organizasyon başarısı, sanatkârları taltif etmekte pek hasis davranmış nedense...

"Artık eskisi gibi eleman akışı yok." diyorlar, "İşte sebat edecek adam bulmak zor; gelen de bir müddet durduktan sonra çekip gitmeye bakıyor."

-Niçin peki?

-Çünkü biz devletin 4C statüsünde çalıştırdığı insanlarız. Geçici personeliz. Tekel işçilerinin beğenmediği o statüye biz yıllardan beri tâbiyiz. Burada Milli Saraylarımızın yüzünü ağartacak işler yapabiliyoruz, takdir de görüyoruz ama terzi söküğünü dikemez misâli, derdimizi, özlük işlerimizi Meclis başkanlarına anlatamıyoruz.

Yıldız Şale Atelyeleri, TBMM Başkanlığı'na bağlı Milli Sarayların alt kuruluşu. Sanatkârların işvereni Meclis ve onun başkanları.

Vaktiyle durumları bu kadar kötü sayılmazmış fakat Bülent Arınç'ın başkanlığı esnasında, zaten ip üstünde titreşen özlük haklarından hayli geriye götüren uygulamalara maruz kalmışlar. "Bu kadar hassas tabiatlı, şair ruhlu, sanatı ve sanatkârı seven bir başkan bize bunu nasıl reva gördü hâlâ anlayamadık." diyorlar. Ne olup bittiğini hâlâ bilmiyorlar.

"Vasıflı iş nedir?" diye bir sual sorulsa, bu sanatkârları rahatlıkla gösterebilirsiniz, fakat devlet onlara 4C statüsü layık görmüş; yani senede en fazla 10 ay çalışabilen, kıdem ve ihbar tazminatından mahrum, sendikalaşma hakkı fiilen elinden alınmış geçici, mevsimlik işçi. Kültür Bakanlığı'ndan "Bizim sanatkârlığımızı tescil edin." yollu talepte bulunmuşlar ama oradan da olumlu cevap gelmemiş.

Bir yanda hepimizin yüzünü ağartacak, millî duygularımızı şâha kaldıracak fevkalade bir organizasyon, harikulade sanat atelyeleri, sanatkârlar, ürünler; diğer yanda sanatkârına hakettiği ünvanı vermekte anlaşılmaz bir nekeslik gösteren yönetim tarzı.

Her vatandaşın müktesebi durumundaki dilekçe hakkımı, bu defa Meclis sanatkârları için kullanarak TBMM Başkanlığı'na durumu arz ediyorum; el emru fevk'el-edeb!