Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Mahalli idarelere daha fazla yetki ve sorumluluk tanınması için devlet eliyle yapılan araştırmada görev alan bir arkadaşım şöyle demişti: “Türkiye, çok daha önceden yerinden yönetim uygulamasına geçebilirdi; devleti bu konuda katı ve evhamlı kılan husus Türkiye’nin batısı ile doğusu arasındaki sosyolojik fark oldu”, yani kısaca Kürt Meselesi diye adlandırdığımız olgu.

Son Abant toplantısında idari yapı başlığı altında yer alan, “Türkiye’nin idari yapısı, yerinden yönetim (adem-i merkeziyet) esasına dayanır. Yerel yönetimler üzerindeki her türlü idari vesayet kaldırılmalıdır” cümlesini okuyunca, yukarıdaki itiraf aklıma geldi, gülümsedim. Problem icat etmekte ve icat ettiğimiz problemleri çözülemeyecek derecede karmaşık hâle getirip insanlara ümitsizlik telkin etmek konusunda tersinden kabiliyet geliştirdiğimiz, şu cümle ile nasıl da ortaya çıkıyor!

Kürt meselesinin dış dinamikleri hep vardı ve olacaktır; iç dinamiklerini ise el birliği ile azdırıp heyûla hâline getirdik. Sevinmemiz ve teselli bulmamız gereken husus, devletin tutucu ve resmen “gerici” tutumuna rağmen toplumun daha geniş düşünceli ve hoş görülü tavrını koruyabilmesidir.

Abant Platformu sivil bir kuruluş; platforma ev sahipliği yapan Gazeteciler ve Yazarlar vakfı, yöneticilerinin ahenk ve işbirliği tesis etmek için kapsayıcı bir tutum sergilemek konusunda gösterdiği ihtimam yanında, muhafazakâr-dindar dünya görüşüne sahip insanlardan teşekkül ediyor. Vakfın, yeni anayasanın en kritik beş maddesi konusunda âdeta tabu yıkarcasına zihin jimnastiği yapan platform üyelerine ev sahipliği yapması çok dikkate değer bir olgudur; bu durum sağ-dindar-muhafazakâr fikir öbeğindeki insanların “sol vicdan”a daha yakın durduğu tezini doğruluyor; daha doğrusu yeni anayasayı bir mihenk taşı olarak kabul edersek sol ve sağ kavramlarının yeniden tarifi kaçınılmaz hâle geliyor. Solcu bilinenlerin statükocu ve devletçi, buna mukabil sağcı tanınanların sivil toplumdan ve temel haklardan yana durmaları, yeni anayasayla birlikte yeni toplumu da tarif ediyor.

Yaşadığımız son üç seçim sonucunu böyle değerlendirmek gerekir; Türkiye’de yaşayanlar değişim talep ettiler ve bu talebi karşılayacağına güvendikleri ekibi desteklediler. Değişim kelimesi tek başına yetersiz; iktisadi kalkınma, istikrar içinde büyüme, serbestî alanlarının genişlemesi, devlet-vatandaş temaslarında sivil toplumu önceleyen tercihler, yükselen refah arzuları bu kelimenin içinde siyasi talep şekline dönüştü.

Türkiye’nin yeni anayasası işte bu taleplere cevap vermek zorunda; statükoyu ve katı devletçiliği savunan klasik sol anlayışa mukabil toplumun istikametini, kısaca 28 Şubat sürecinde “Düşman” kapsamına sokulan halk kitlesi belirliyor.

Abant sonuçları anlamlıdır: Beş temel konuda geliştirilen tekliflerin hepsi hürriyetçidir, yaşadığımız dünyanın ileri demokrasi değerleriyle mutabıktır ve en önemlisi korkularından kurtulmuş bir toplumun özgüvenini yansıtmaktadır. Oysaki bizde “Hikmet-i Hükûmet”, nedense hep korku ve tehdit esasları etrafında pekiştirilmiştir: Daima korku ve baskı altında tehdide mâruz kaldığına inanan bir toplum fiziki güvenliği, demokratik haklarına kolaylıkla tercih edebilecektir çünkü; askerî harcamalarını sorgulamayacak, istihbarat kuruluşlarının kendi yurttaşına yönelik fişlemelerinden rahatsızlık duymayacak, sun’i ekonomik bunalımlarla soyulup soğana çevrilmesini bile tabii görmeye başlayacaktır. Yakın dönem tarihimiz hızlı ve kısa bir şekilde böyle özetlenebilir: Korkan, kışkırtılan ve baskı altında tutulan bir toplumun kendini devletin himâyeci kanatları altına atarak güven arayışı ve bu esnada devletten kendisine bahşedilen her bahşişi bir nimet gibi telakki etmesi. Türkiye böyle yönetildi, korkularımıza kanca takılarak yönetildik ve tepki göstermeye alıştırıldık.

Din derslerinin ve Diyanet teşkilatının tartışılması, anadilinde eğitimin anayasal hak sayılması, kanunun vatandaşını tarife yeltenmemesi gibi dünün tabuları şimdi tartışma masasındadır; konuşulacak, eleştirilecek, desteklenecek ama mutlaka ileriye doğru adımlar atılacak.

Anayasa tartışmaları süreci, muhalefet kanadı için bir “yeniden doğuş” fırsatı sunuyor; dünün dünyasına dair değerlerle çalışmaları engelleme stratejisini yine yenilgi bekliyor; uyum içinde daha yüksek karakterli bir anayasaya katkı yapmak ise muhalefeti doğrudan iktidar alternatifi yapar.

Abant platformuna emek verenleri, bu tablonun netleşmesine katkılarından ötürü kutlamalıyız.