Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Ağır, hamûleli ve uzun bir araç düşünün, hızla viraja girmiş ve dönmek üzere fakat hızın tesiriyle savrulmaya başlamış... Viraj tarafındaki iki tekerlek havada.

İçerdekiler biziz, araçla birlikte içindekiler de ister istemez savruluyor ve bu hâl son derece tabii, mekaniğin bilinen kaideleri içinde olması beklenen bir durum. Savruluyoruz ama devrilmeyeceğiz. Yelkenli tekne yarışlarında mürettebatın dönüş esnasında güvertenin aksi tarafına doğru kitle halinde yüklenmesini hatırlayınız. Sosyal değişme hızımız yüksek; eğer biz içerdekiler hukuk devletinden, temel haklardan, şeffaf ve denetlenebilir bir kamu idaresinden yana tavır gösterirsek virajı selametle geçeriz.

Silivri'de görülmekte olan dava böyle bir dava; yargılanan sanıklarla % 99'umuzun şahsi bir husûmeti yok. Haklarında delillendirilmiş ağır ithamlar var; usûlüne göre yargılanıyorlar. Silivri'deki mahkemeyi kimse, bundan elli sene önce görülen Yassıada'daki Yüksek Adalet Divanı duruşmalarına benzetemez. "Sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor" rezillikleri mevzubahis değil. Sanıkların neredeyse yarısı tutuksuz ve insânî şartlarda yargılanmakta. Savunma hakkının bütün vecibeleri titizlikle gözetiliyor, hatta sanıklardan bazıları hakkında şiddetli hayranlık duyan topluluklar, duruşma esnasında bile gösteri yapabiliyorlar.

Bütün bunlar, arabanın devrilmeyeceğine işarettir. Her davada öyledir de, bu davada "usul esastan öncedir" kaidesi, çok daha vazgeçilmez bir önemle kendini hissettiriyor. Usûl hukukuna karşı laûbâlilik, yargılayanların meşruiyetini tartışmalı hale getirebilir.

Kolay değil, Türkiye geçmişini yargılıyor, "hükûmet etme" modeliyle yüzleşiyor, kâğıt üstünde var gibi görünen iktidar denklemiyle hesaplaşıyor, hattâ ve hattâ şu bir türlü yenisini ve daha iyisini yazamadığımız yeni anayasasının temel esprilerini fiilen hayata geçiriyor. Eski iktidar denklemlerinin parantez içindeki ifadeleri analize tâbi tutuluyor, her biri açılıp içine bakılıyor: Kiminin içinden darbe günlükleri, kiminden toprağa gömülü çürük kemik parçaları veya silah mı mühimmat mı olduğu hususunda uzun uzun aydınlatıldığımız şeyler çıkıyor...

Afrodit heykelini bu defa dışından ve uzaktan seyretmiyoruz; mahbûbe otopsi masasında, "Aa, midesi, bağırsakları da varmış" sesleriyle kutsal zannettiğimiz bir bünyenin iç organlarını müşahede ediyoruz. "A, kutsal değilmiş, yoksa bu kadar kötü kokar mıydı?" mırıldanmaları yükseliyor seyirciler arasından.

Bu esnada şüpheye kapılanları da HSYK'dan akseden çaresiz direniş eylemi iknâ ediyor; "Bu inat, bu ısrar niçin; neyin, hangi suçun intikamı alınmak isteniyor?" sesleri artık mırıltı olmaktan çıkıp homurtuya dönüşüyor. Her cihetten aklı başında, fikriselim sahibi yazarlar "olur mu böyle şey yahu!" diye ayıplayıcı tavırlar takınıyorlar.

Aracın içindekiler hukuk devletinden yana ağırlıklarını koymaya başlıyor. Darbe heveslilerini, "Âkıl devlet adamları, müdebbir paşalar, zinde aydınlar" gibi gören, öyle göstermeye çalışan muhalefet kanadı gitgide zayıflıyor, o kanattan da "vay canına, bu kadarını tahmin etmiyorduk!" sesleri geliyor.

Hukukun üstünlüğüne dayalı, adaletin yüceliğine âşık bir kamu düzeni inşâ etme çabaları, virajın içindeki savrulmanın her sâlisesinde biraz daha güç kazanıyor. Bu siyasî bir dava değil sadece, medenî bir hamle; Türklerin çağdaş devlet düzeni ile imtihanı.

Türkiye kazanacak; ağırlığımızı hukuk devletinden yana koymamız yeterli.