Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Şekil, daha doğrusu soyut olanı görünür hale getirmek önemli. İnsanlar arasında soyutu kavrama kabiliyetine sahip olanlar ve soyutla yetinmeyi bilenler daima vahim bir azınlık teşkil etmişlerdir. Kalabalıklar gözle görünene, dokunulabilir olana yakınlık duyar ve anlar. Semboller işte bu işe yarar ve soyutu somut hale getirirler. Özel ihtimam sarf edilmezse sembol, temsil ettiği şeyin kendisiyle özdeşleşir.

Vaktiyle irticâ, yeterince cisimleşmediği düşünüldüğü için bazı şeylerin irticâyı temsil eden şeyin üstüne yapıştırılması ve üzerine "işte irticâ budur" diye yazılması gerekmişti. Aczmendi tipi erkek giyim stili bu açıdan sanatkârâne bir çalışmaydı. Bu tarz giyimin ne derece şık çizgiler taşıdığını ünlü bir modacımız bile fark etmiş, "ayol bu çok heyecan verici bir kreasyon" diyerek sanatçı duyarlığını esirgememişti. Oysaki daha önceleri irticâ, bir kesekağıdı dolduracak ölçüde gümrah ve perişân (dağınık) sakalla, sarıkta cisimleştirilen bir kavramdı. Nitekim Rahşan Hanım da son aydınlatıcı demecinde sarığı, menfi bir şekil unsuru yeniden etiketlemeyi ihmâl etmedi. Şimdi bazı çevrelerin inatla, "Hayır efendim başörtüsü bir semboldür" diye dayatması daha anlamlı görünüyor olsa gerektir.

Bir kısmımız gülüp geçsek de apartman tipi kiliselerde faaliyet gösteren misyonerlik faaliyetinin yeni tehdit kopsepti çerçevesine girdiğini ilgiyle fark ediyoruz. Efendim bu raddeden sonra sokakta bedava dağıtılan İncil-i Şerif veya Presbiteryen risâleleri okuyarak Protestanlık hakkında bilgi edinebileceğimizi zannedenler yanılıyor; bize yeni tehdidin görünür alâmetleri lâzım ki anlayabilelim. "Düşman"ı nesinden tanıyacağız? Bunların sakalı, sarığı, şalvarı, misvakı, takunyası yok; sıradan giyimli, efendi kılıklı, nâzik adamlar. Nitekim kameralar kilise derûnuna kadar nüfûz ediyor: Seminer odası gibi bir şey; duvarda bol miktarda çoban resimleri, anaokulundaki duvar yazılarını hatırlatan vecizeler, ön tarafta bir nota sehpası, gitar çalan bir bayan (Türk tipi protestanlığa iyi gider diye bağlamanın da devreye sokulduğunu fark ediyoruz bu arada). Ee? Şekil yok; bize şekil lâzım şekil!

1,5 tonluk pleksiglas sanayi tipi su tankından tornistan edilmiş vaftiz çanağı işe yarar mı? Niçin olmasın? Lâkin daha fazlası gerek; gam değil, yakında buluruz nasıl olsa.

Bu arada sokakta bedava İncil dağıtmak meselesi dikkatimi çekiyor. Yahu biz borç senedinin üstündeki yazıları bile okumayız. O yüzden gazetelerimizin kısm-ı âzâmı "seyredilir gazete" üslûbuyla yayınlanıyor. Gazete okumayız, bakarız. Şöyle Fatihin Fedaisi Kara Murat veya Tarkan Vikingler diyarında kabilinden resimli roman tarzında bir şeyler tasarlamayı aklederlerse ne âlâ. Üstelik parasız dağıtıyorlarmış. Ben misyonerlerin yerinde olsam parasız kitap dağıtmak yerine "kredine kartına 32 taksit; 2,5 liradan başlayan fiyatlarla" filan diye kampanyalar düzenlerdim; en azından verdiği paraya acıyan birileri okurdu.

Panzehir diye başvurulan karşı propaganda taktiği ise "al birini vur ötekine" dedirtecek cinsten. Taksim'de Kur'an dağıtmak nasıl bir akıl? Bizde bir "Beyazsaray âdâbı" vardır hani; Kitab-ı Mübîn'e paha biçmek kimsenin haddi olmadığı için "hediyesi feşmekân lira" diye arka kapağa not düşülür; lisana takla attıran bir ibâre. Erbâbı bilir, hediye filan değildir efendim. Bedelini verir satın alırsınız. Doğrusu budur ve bedava "Kitab" dağıtmak "Pastör"e kızıp oruç bozmaya benzer.

Meseleyi ciddi boyutlarıyla ele almaya ne yerim, ne de keyfim müsait; bu yüzden, işin en vahim boyutunu, yani "Türkiye misyonunda çalışırken balata sıyıran pastörlere rektefe ve rot balans ayarı merkezleri" teşkili hususundaki uyarıcı fikirlerimi, AB'ye tam üye kabul edileceğimiz tarihe erteliyorum efendim.