Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Bir hafta önce bu sütunda yayınlanan "Askerliğin bedeli olmaz" başlıklı yazım, alışageldiğim okuyucu tepkileri ortalamasında küçük çaplı bir patlamaya yol açtı. Fenerbahçe ve Kürt meselesinden sonra benim için mayınlı tarla sayısı böylece üçe çıkmış bulunuyor; eğer genç okuyucu takımı ile iyi geçinmek istiyorsam, bir daha "askerliğin bedeli olmaz" cinsinden aykırı şeyler yazmamalıyım!

Tepkiler çeşit çeşit, cins cins; kimi küfürbaz ve hakaretâmiz, kimi saygılı ve medeni. Destekleyen de yok değil ama pek az; farkında olmadan arı kovanına çomak uzatmışım. Bunlar önemli değil, gençtir, öfkeye kapılır oturur bir mektup yazar, bir süre sonra aklıselim ağır basar, "keşke o kelimeleri kullanmasaydım" diye düşünür. Asıl yaralayıcı nokta "milletin ordusuna hizmet hakikaten şereftir" sözünün bu kadar tepki toplamış olması. Bu tepkiyi gösterenler askerliğin "peygamber ocağı" olduğu kavramından habersiz değiller; vatan sevgilerinden şüphe etmek ise hiç kimsenin haddi değildir ama belli ki Türk toplumunda askerlikle ilgili kültürel yargılar eski yerinde durmuyor, en azından değişmeye başlamış. Şahsi tahminim itibarıyla bu değer yargılarının daha ziyade yüksekokul bitirip hayata atılmış, kendine göre bir düzen kurmuş veya bu safhanın sıkıntıları içinde bocalayan gençler arasında giderek yaygınlaşmakta olduğudur. Kim bilir belki içlerinde yıllarca bedel parası biriktirip, askerliği kolayından çözmek isteyenler de haylicedir.

Diyorlar ki, ordu profesyonel olsun; savunma hizmetleri zaten enikonu yüksek ihtisas gerektiren, teknoloji yoğun bir sektör haline geldi; herkesi, hayatının en kritik döneminde bir buçuk sene askerlik yapmaya zorlamanın ne mânâsı vardır; ardından mâlum sızlanmalar geliyor: "Siz şereftir diyorsunuz ama ağabeylerimizden işittiğimiz bir sürü olumsuzluğa ne diyeceksiniz vb."

Bizde bu gibi şikayetler ve haberler basına aksetmez; kendi aramızda konuşur dururuz yeri gelince. Askerliğini yapan herkesin başından birkaç tatsız hadise geçmiştir, aradan zaman geçtikten sonra "garip ama" biraz da zevkle anlatır dururuz ama "ordu" kavramı daha yüksekte bir yerdedir hep; genellemeden sakınılır.

Önceki gün bültenlerde şöyle bir haber duydum: Irak ordusu, işgalci Amerikan güçleri tarafından dağıtıldığı için toplam kırk bin kişi civarındaki yeni Irak ordusunun teşkil edilip eğitilmesi işi, bir Amerikan şirketine ihâle edilmiş. Bu şirket, daha önce bazı ülkelere de "askeri eğitim" hizmetleri satıyor imiş.

Ateş düştüğü yeri yakar; herkes canının yandığı yeri üfler ama kendi ülkesinin ve milletinin ordusuna hizmeti şereften saymamanın günün birinde ülkeyi ve milleti nasıl bir bedelle karşı karşıya bırakacağını kimse kestiremez. Şikayet ederiz, eleştiririz, daha iyi ve etkili olmasını, ikide bir siyasete karışmamasını isteriz fakat ordumuz, bağımsızlığımızın teminatıdır. Sadece bağımsızlığın değil, "onun tahtında müstetir" ırz ve nâmusun da bekçisidir. Bazı şeylerin varlığının ne kadar gerekli olduğu, yokluğunda anlaşılır. Bu vahşi dünyada "milli ordu"suz kalmanın nasıl bir felaket olduğunu askerlik çağına gelmiş, sabırsız gençlerin anlamasını beklemeli miyiz; elbette! Hangi millettir ki o, ordusunu bir Amerikan şirketinin yetiştirmesini bekler?

Okuyucu tepkilerinin bir kısmı da benim ordu savunuculuğu, taraftarlığı yaptığım yolundaki imâlardan mürekkep. Ordunun benim tarafımdan savunulmaya ihtiyacı olduğunu sanmıyorum; bütün kariyerlerini bu meşgale üzerinden yapan, bu işten ekmek yiyen yazarlar da var ama doğrusu ben onlar arasında sayılamam. Ordunun, özellikle iç siyasette tavır göstermesini eleştiren yazılar yazdım ama tarih bilgim, ordusu zaafa düşmüş bir toplumun dâr"ı dünyâda asla tutunamayacağı, dosta düşmana rüsvây olacağını gösteren onlarca misâl hatırlatıyor bana. Yeri gelir eleştirilir, yeri gelir desteklenir; mühim olan niyetin hasbî, maksadın salih olmasıdır.

Ordumuz çok güçlü olsun ama demokrasimiz lekesiz olsun; çağı eren herkes vatanî hizmetini şerefle yapsın ama günü geldiğinde o ocaktan gururla ve en güzel hâtıralarla ayrılsın. Ordumuzun yüksek caydırıcılık gücüne kavuşması için gereğinde rızkımızdan bile kesip verelim ama tek kuruşu bile israf edilmesin; arzumuz budur.

"Sağımız solumuz düşmanla dolu, aman silahlanalım, askerî bir cemiyet olalım" demek değil bu; belli ki bu dünyada hiçbir nesil ebedî sulh ve selâmetin gerçekleştiğini asla göremeyecek. Bir millet halinde varoluş iradesinin en kuvvetli tarzda tecelli ettiği yer ordudur. Birkaç gönül kırgınlığı bahane edilerek ordu aleyhtarlığı yapmaya kalkışmak ise çocukluk.

Sevgili gençler, toplumumuzun koç yiğitleri, "ben çektim siz de çekin" derdinde değilim, biz görevimizi yaptık, şimdi sıranın sizde olduğunu hatırlatmak istiyorum. Kulağınıza küpe olsun: Ordular, evin misafir odası gibidir; günü gelince yüz ağartır, şerefi yükseltir.

Aman ha!