Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Şu satırları dikkatle okuyalım: "Türkiye giderek muhafazakarlaşıyor. Bütün anketler bunu gösteriyor. Demek ki, siyasi partiler de bundan böyle dindarlaşacaklar ve milyonların beklentilerini karşılamaya çalışacaklar. İlerde, bu partilerden biri çıkıp, bir adım daha atıp din unsurunu ülke yönetimine tam anlamıyla sokmak istediğinde ne olacak?

Bu gidişe laik medya mı karşı çıkacak? Silahlı Kuvvetler mi dur diyecek?" Yazar, şöyle devam ediyor [M. Ali Birand], "merak etmeyin, böyle bir ihtimale karşı en büyük teminatımız AB'dir (...)Türkiye kulübe girip koşullarını yerine getirsin, kimse bizi kapı önünde bırakmaz (...) Gelin, bu kısır tartışmaları bir kenara bırakıp, tüm gücümüzle AB projesine asılalım."

"İlle de AB'ye girelim" bir fikirdir ve saygıyla karşılamak gerekir, fakat, Türkiye muhafazakârlaşıyor; ilerde bir parti din devleti kurmak isterse AB buna müsaade etmez" demek sadece fikir olmanın ötesinde, başka bir şey: Evvela yanlış bir tesbite dayanıyor; ikincisi, kendi halkını adam yerine koymayan, "bunları kendi haline bırakırsan gider din devleti kurarlar" tarzında bir ehliyetsizlikle suçlayan bir bakış açısının ürünü.

Yanlış tesbitten başlayalım: Türkiye giderek muhafazakârlaşmıyor; Türkiye üretim tarzını değiştiriyor; Türkler şehirlileşiyor. Nüfusumuzun genel temâyülü dünyevileşmek istikametindedir. Muhafazakârlaşma görüntüleri geçicidir; bir kısmı, şehir hayatının lâzımelerine direncin eseridir ki bunu sarsılan bir otobüsteki yolcunun koltuğuna sıkı sıkıya tutunmasına benzetebiliriz. İnsiyaki bir hamleyle en iyi bildiğimiz, en yakınımızdaki dünya görüşüne sarılma güdüsüdür; bu bocalayış "şehir hayatı bizi bozuyor; köyümüze dönelim" tepkisiyle göğüslenmiyor, bilakis şehirde tutunma azminin güçlenmesi sonucunu doğuruyor. Şehir düzeni ve temposu içinde nasıl muhafazakâr ve dindar kalınabileceğinin fıkhını ve estetiğini henüz üretebilmiş değiliz; o yüzden kısa vadede işporta çözümlere iltifat kaçınılmaz oluyor. İmdi bu manzaraya bakıp, "eyvah, bunlar din devleti kuracaklar; ordu ne yapsın; en iyisi AB'ye girelim" tavsiyesinde bulunmak mezarlıktan geçerken ıslık çalmaya benziyor. Bu çalkantı birkaç kuşak ömrünce devam edecek ama durulacaktır. Bu süre zarfında iki şey olmak ihtimâli var: Köyden şehre geçince muhafazakârlaştığı zannedilen insanların haylicesi, zaman içinde fıkhını, üslûbunu ve estetiğini bulan mecrâ içinde temkin sahibi, dengeli ve düzenle uzlaşan bir sağ çizgiye gelecek, kalan kısmı ise (ekonomik büyüme eğilimi böyle devam ederse) muhafazakârlık endişelerini üç etekle şalvar gibi bir kenarda bırakıp, kendilerine modernite alâmetlerinden feyz alan seküler bir dünya görüşü inşa edeceklerdir.

Birand'ın muhafazakârlaşma dediği manzarada ben dünyevileşmenin yükselişini görüyorum; aynı şeye bakıyor, farklı şeyler görüyoruz: Sebebi "duruş yeri" farklılığıdır. Birand'ın alt yapısı, sınıf profili böyle derin çelişkileri netlikle kavrayacak bir zemin sunmuyor kendisine. Bir ülkede bir kısım aydınların kendi ülkelerini tanımak için Amerikan sosyolojisinin teori ve kavramlarını kullanarak (Amerikan irfânı!), tesbitlerini İngilizce düşünüp Türkçe'ye tercüme ettiren bilim adamlarının görüşlerine [ve tabiidir, 'yanılgı'larına...] teslim olmasının sebebi budur.

Elim değişmişken bir de kehânet savurayım bari: şu meşhur laikçi % 30'umuz mahzun olmamalıdır, zira muhafazakârlık Türkiye'de erişebileceği zirveye (367.ci AYM üyeleri, muhalefet, bürokrasi ve basının unutulmaz desteğiyle) 22 Temmuz'da dokundu ve müteakip seçimlerde gerilemesi muhtemelden de öte mukadderdir.

Dolayısıyla Sayın Birand'ın, "AB bizi almazsa bunlar bizi ham yapacaklar" diye endişelenmesine mahal bulunmuyor; muhafazakâr bir trende modernlik istikamete tam gaz ilerlemekteyiz. Vagonlara değil de, katara dikkat ederseniz, siz de görebilirsiniz.