Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Avrupai yargının hızlı ve âdil olduğu yönündeki efsâne bakımından Hayrünnisâ Gül'ün AİHM'ye açtığı dava ibretlik:

Ağustos 2002'de açılan dava, halen "kabul edilebilir" olup olmadığını tahkik için sırasını beklemekteymiş. Demek ki Avrupalı hakimler de masaların üstünde, bizim bürokratların pek sevdiği "sümen" denilen lüzumsuz avadanlıktan bulunduruyor. Söz konusu olan bir öğrencinin okuma hakkı, "geciken adalet, adaletsizliktir" fehvâsınca aradan iki sene geçtikten sonra lehte karar verilmesi bile anlamsız kalabilirdi; bu bir.

İki. Ferd-i vahit olarak Bayan Gül dava açmak iradesinde haklıydı ama o tarihte milletvekili eşi olarak bile müracaatını yaparken bile iyi düşünmesi gerekiyordu; bu müracaatın ilerde siyasi sıkıntılar doğurabileceği tahmin edilmeliydi. Davadan çekilmek isabetli ama gecikmiş bir karardır. Bu yola hiç tevessül edilmemeliydi. Vaktiyle "Bana bu hakkı kocam değil TC Devleti verdi" demiş olmak vaziyeti kurtarmıyor.

Üç. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin, bir öğrencinin başörtüsü ile eğitim alması konusunda karar üretmeye isteksiz olduğu âşikârdır. Nedense bu "evropai" mahkemeler bende, müracaat edenin cinsine ve meşrebine göre kararlarında çeviklik serdettiği intibâını uyandırıyor. Evrensel hukukun bütün "kürre-i arz"da yegâne egemen hukuk doktrini olacağını uman safdiller ise hâlâ kıyamet gibi.

Dört. Mer'i kamu hukuku içinde bir yerlere gelenlerin ve oralarda mevkii edinenlerin, bir başka hukukun bünyesi içinde hak aramaya kalkışmalarını başından beri zarif bulmadım; sayın Ecevit'in tabiriyle böyle teşebbüsler içime hiç sinmedi. Devlet yanlış yapar, kamu hukuku yanlış biçimlendirilmiş olabilir; mahkemeler içtihatlarını göz göre göre adalet duygusunu incitecek istikamette kullanmayı tercih edebilirler. Milletten destek istemiş, milletvekili olmuş bir insan ve onun eşi, yanlış ve adaletsiz de olsa kendi hukukuna itaat etmeli; adalet mücadelesini kendi hukuku içinde sürdürmeli. Türkiye'yi yönetmeye tâlip olanlar "egemenlik" kavramını içine iyi sindirmeli. Sıradan insanlar için tabii olan şeyler, bazen politikacılar için "haram" kapsamına girebilir.

Beş. Cumhuriyet'in kurucu felsefesi, naif bir "aydınlanma" projesidir. Başörtülü kızlar okula alınmamakla Cumhuriyet'in aydınlanma felsefesine ihanet ediliyor. Belki bu kızlar okurlarsa "hidâyet"e erişecekler, çağın bilgi ve tekniği ile kafalarının içi aydınlanacak ve eğriyi doğrudan ayırma kabiliyetine yükselecekler! Mâlum, "eğitim şart!". Onlardan bu hakkı niçin esirgenir; niçin evlerinde yaşamaya, devlete rağmen ayakta durmaya mahkûm edilirler? Yoksa aydınlanmanın faziletlerine aslında inanılmamakta mıdır?

Altı: Elbette inanılmamaktadır, çünkü Cumhuriyet'in egemenlerinde "aydınlanma"nın en naif yorumu ve uygulaması hakkında bir fikri endişe bulunmadığı anlaşılıyor. O halde bugün mer'iyetteki hukukun istinad ettiği bir felsefi temel mevcut bulunmuyor. "Ben yaptım, oldu; işine gelirse" dayatmasından hukuki bir nükte çıkmaz, çıksa çıksa keyfilik çıkar; keyfiliğin sair isimlerini ise buyrunuz siz koyunuz. Türkiye'de hukuku üretenler, başörtüsü konusunda çıkmaza saplandılar ve hâlâ oradalar. Bugün yürürlükte olan başörtüsü mevzuatı ideolojik ısrarın yorumudur. Bu yorumda hakkaniyet yoktur çünkü bu yorum cins ayrımcılık zaafı ile mâlüldür. Hanımların inançları gereği başörtülü olmasını savunan erkekler, bu "hukukî" düzenlemenin kapsamına alınmamış, alınamamıştır.

Yedi: Elden gelen öğün olmaz; çare varsa, derdin olduğu yerdedir!