Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Referans gazetesinde yayınlanan Amerikalı askerlerin başına bu defa bizimkilerin çuval geçirdiği haberini yine doğru okumak eğilimi gösteremiyoruz. Şu yoruma bakar mısınız meselâ; "Türk ulusu ve Türk silahlı kuvvetlerinin incinen gururu onarıldı. Amerikalılar anlasınlar ki şimdi alacak verecek kalmadı."

Bu komik yorumu okuyunca, çuval hadisesi hakkında yazdığım "Siyaset bugünler için lazım" başlıklı yazıya yeniden baktım (11 Temmuz 2003). Ezcümle, "Süleymaniye'deki saldırı, işbu zafiyetler tablosu içinde en metin ve dayanıklı devlet kurumuna yöneltilmiş bir meydan okuma, külhanbeyi raconuna göre omuz vurma idi. Bu taktik hamle ile Amerikan tipi siyaset sığırtmaçlığının bir şeyleri test etmekte olduğu açıktır. Çare siyasettedir; Türkiye'nin âcilen etkili, mâkul ve tavır gösteren zenginlik ve nitelikte siyaset üretmesi gerekiyor; vaktiyle meşru zeminlerde siyaset üreten muhitlerin yıldırılmış, baskı altına alınmış ve hatta aşağılanmış olmasının bedelini ödemeyiz inşallah" demişiz. Bu satırların adresi ve meâli açıktır. Gereğinden fazla meraklı bir ABD timini hudut mıntıkamızda yakalayıp başlarına kesekağıdı geçirmekle alacak hesabı kapatılmış olmaz; zaten Genelkurmay'ın diplomatik basın açıklamasının satır aralarını da böyle anlamak gerekir. İki kere ikinin dört etmediği bir nokta burası.

Ayrıntıları bilmiyoruz ama genel hatlarıyla o menfur çuval hadisesinden sonra Türkiye'nin Irak denkleminde fiilen yok sayıldığını herkes biliyor. Bazıları için mesele, "ne işimiz var; iyi ki Irak batağına bulaşmadık" yalınlığı ve basitliğinde görünebilir. Teşbih yanıltıcı belki ama kısmen de olsa gerçeği aksettiriyor: Bölge siyasetinde söz sahibi olmak, kat mülkiyeti kanununa göre kat maliklerinin sorumluluklarına benzer; alt katta oturuyor olmanız, akan çatının tamir masraflarına katılmama arzunuzu mazur göstermez; komşunuzun tavanını tutan kiriş ve kolonlar sizin can güvenliğinizi de ilgilendirir. Adını doğru koyalım: Çuval hadisesi, Irak'ın tartışıldığı "kat malikleri toplantısı"na Türkiye'nin alınmaması, hatta dışlanması idi.

Bir meseleyi anlaşılır derecede (efrâdını câmi, ağyarını mâni) basitleştirmek büyük maharet, bilgi ve kabiliyet meselesidir ama gereğinden fazla basitleştirmek olgunun inkârı mânâsına bile gelebilir.

"Alacak verecek kalmadı; bir sizden bir bizden" yaklaşımının devlet katlarında da ma'kes bulmamasını temenni ederiz. Bu takdim şeklinde ABD'yi yatıştırmak, "kızacak ne var dostum, sâkin olun" endişesinin izleri de yok değil. Gayet iyi anlamak zorundayız ki ABD'nin bölgedeki varlığı, "Türkiye'ye rağmen" bir anlam taşıyor. Diplomatik dili bir kenara bırakıp vücut dilinin işaretlerini okumaya gayret edersek görürüz ki bölgede ABD ve Türkiye müttefik değil, eninde sonunda muhasım durumuna geleceklerdir ve bana göre bölgeye yönelik Amerikan vizyonunun Türkiye Cumhuriyeti'nin çıkarları ile örtüşen bir paydası yoktur. Yine kat mülkiyeti misaliyle örnek verelim: Apartmanın temeline buldozer dayamak, orta katlarda oturan ve apartmanda etliye sütlüye karışmamasıyla tanınmış kendi halinde komşuların mutmain olmasını gerektirmez. Yapı temelinden sarsılırken, "müteahhit söz verdi, yeni inşaatta bize bir daire bir de dükkân verecek" vaadine güvenmek saflıktır.

"Çare siyasettedir" cümlesinin altı tekrar be tekrar çizilmeli. Türkiye'nin güvenliği, ne yazık ki bir sınır güvenliği meselesinden ibaret değil. Oturduğumuz dairenin iç müştemilatı ile lüzumundan fazla alakadar olmanın vahim sonuçlarını, yangın yan duvarları yalamaya başladığında hissetmemeliydik. İçe dönük bakışın derinleştirilmesi bizi dışa bakışta görme özürlü hale getirdi.

Sahi, şu bizim meşhur laiklik vizyonumuz bölge politikasında niçin işe yaramıyor meselâ?