Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Türklük dediğin nedir ki; işini iyi yapacaksın evvelâ, eski tâbirle sıdk-ı cân ile yerine getireceksin, düzgün adam olacaksın; ağzın bir şey söylerken gözlerin başka telden çalmayacak. Bu cümlenin saçma ve anlaşılmaz bir hüküm içerdiğini biliyorum; böyle Türklük tarifi olmaz elbette; en genel tâbiriyle adam olmanın şartlarıdır bunlar, lâkin bu girizgâhın elbette bir sebebi var.

Geçen yaz ortasında yazdığım "İlk gün sünnet ikinci gün milli forma" başlıklı yazıyı arşivden bulup okudum; hatırlamak zorunda değilsiniz, o yazıda kanuni hülle ile TC tâbiyetine geçen Mehmet Aurelio'ya, vatandaşlığının haftasında milli forma teslim edilmesini eleştirmiş, Fatih Terim'i de istifaya davet etmiştim. Aynı hülle başka isimler altında bugün tekrarlansa yine itiraz ederim, o başka, fakat cumartesi akşamı oynanan maçta sadece Türkiye Yunanistan'ı yenmekle kalmadı, Mehmet Aurelio da kanuni hülle ile sırtına geçirdiği formanın hakkını vererek, ilgili Bakanlar Kurulu kararının içini doldurdu: Türk oldu.

Teknik ayrıntıları benden daha ehil kişilerin kaleminden okudunuz; övgülere yeni bir şey katacak hâlim yok fakat orta sahada Yunan ekibinin oyununu kıran, kazandıkları hemen her topu bastıran, anlık avantajlarını yerinde müdahaleleri ile dezavantaja döndürüp oyun kurmalarını engelleyen adam Mehmet Aurelio idi. Müthişti. Kaleci antrenmanlarında bir teknik vardır (böylece sevgili kardeşim Fatih Uraz'ın yetki sahasına da girmiş oluyorum, affetsin). Kaleci sırtüstü yatar ve antrenörün sağa ya da sola eliyle attığı topları yerden doğrularak kurtarmaya çalışır. Mehmet de öyleydi; kendini âdeta yerden yere atarak, müthiş bir enerji ile takımının omurgasını dik tuttu ve galibiyetin gizli mimarı oldu.

Milli forma işte şimdi helâldir Mehmet Aurelio'ya.

Futbolcular bu durumu gayet iyi bilir, seyirciler ise hisseder; maç esnasında öyle bir an gelir ki, neticede, "top bizim takımı sevmiyor kardeşim" demekten kendinizi alamazsınız; topu kazanmak ve doğru kullanmak için varınızı yoğunuzu ortaya koyar, dişe diş mücadele edersiniz de kontrolsüz kalan top seker, iki taraftan birinin önüne düşer; kader gibi bir şeydir o. Maçta top bizi sevdi; evet, o güne kadar ender gördüğümüz bir mücadele ve pres anlayışı ile oynadık, 75. dakikada yorgunluktan bayılacak raddeye gelenler bile 90. dakikada depar gücü buldular; "bu kadar koşan ve didinen bir takımı top da sever elbette" diyeceksiniz; bence ondan fazlası vardı. Attığımız ikinci ve üçüncü golün kaleye girme ihtimalini, o pozisyonlardan birkaç dakika önce Yunan forvetlerinin kaçırdığı gollerin kaçırılma ihtimali ile kıyaslamak zalimlik olur. Futbolcuların maç sonrası tekrarladıkları klişeyi tekrarlarsak "böyle şeyler futbolun içinde var" ama doğrusu bu kadar üst üste geldiğini hiç görmemiştik.

Fatih Terim hakkındaki kanaatlerimi değiştirmedim. Normal şartlarda atılması ve yenilmemesi gereken goller taraf değiştirmiş olsaydı, seçtiği kadro ve maç esnasında yaptığı değişikliklerin isabeti bugün pek fena tartışılıyor olacaktı. Büyük riske girişti; sakatlıklar krizini iyi yönetti ve başarılı oldu; aynı başarıyı Norveç maçında da tekrarlaması halinde, efsâneye meraklı Türk futbol basını nazarında bir futbol azizi ilan edileceği tahmin edilir. Benim beklentim ise -hayli zor görünmekle birlikte-, bu başarıların, onun şahsiyetindeki benlik problemini aşmaya vesile teşkil etmesidir; ancak o zaman Türk futboluna daha çok faydalı olabileceğini düşünüyorum.

Her şey bir tarafa, yaşgünü gecemi, televizyon karşısında futbol keyfiyle yarı baygın geçirmeme vesile oldukları için Milli Takım'ımıza ve Fatih Terim'e çok teşekkür ediyorum.

Çarşambaya da astarını isteriz.