Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Marmara Bölgesi'ndeki üniversitelerimizin birinde bir mülakat imtihanı yapılacaktır. İmtihan, Erasmus adı verilen AB ülkeleri arasında öğrenci değişimiyle ilgili bir bursla ilgilidir.

Bu imtihana katılacak öğrenciler önceden not ortamalasının % 50'si, yabancı dil notunun %40'ı ve mülakattan alacakları puanın %10'u toplanarak değerlendirmeye tabi tutulacaklardır.

Şimdi diyorsunuz ki içinizden, "bize ne yahu bu bilgilerden, sadede gel!" Geliyorum; biraz sabrederseniz çok ama çook eğleneceksiniz.

Mülakat hariç, öğrencilerin aldıkları notlar sıralanır. Bir kız öğrenci (adına Ayşe diyoruz) büyük bir başarı göstererek 97 puanla önde görünmektedir, ikinci sıradaki öğrenci ise sadece 80'de kalabilmiştir. Yani Ayşe'nin 12 aylığına Almanya'ya gitmesi neredeyse kesin gibidir. Mülakattan sıfır alsa bile durum değişmeyecektir.

İmtihan başlar, Ayşe salona girer...

En iyisi bundan sonrasını, o imtihan'da ancak % 3 civarında özgül ağırlık taşıyan bir öğretim üyesinin kaleminden takib edelim:

"Ayşe odaya girince heyetteki yüzlere gölgeler üşüşüverdi, çünkü yurtdışında bizim gibi çağdaş bir üniversiteyi ve yüzde şu kadarı Müslüman olup da laikliği benimsemiş bir toplumu temsil niteliğine sahip olmadığı besbelliydi. Başörtüsü elbette yoktu, ancak alnındaki izden bunu bir siyasi sembol gibi taşıdığı çok barizdi. Ayrıca giyim-kuşamı da Haziran sıcağına hiç mi hiç uymuyordu. Ayşe heyetin karşısındaki yerini aldı, sorular başladı. Normalde 5-10 dakika süren mülakat, yarım saate kadar uzadı. Soruların biri geliyor, diğeri gidiyordu, ancak Ayşe hiçbir açık vermiyordu. Ben, matematikte lisans yapan bir öğrenciyle değil de bir deneme yazarı veya sosyoloji yüksek lisansındaki biriyle konuşuyormuş hissine kapıldım. Sanırım heyetteki R.Y. ve dekan da bunun nasıl olduğunu anlayamadılar. En sonunda R.Y. Ayşe'ye hangi yazarları okuduğunu sordu. Neden bunu sormak daha önce aklına gelmemişti, hayret ettim. Ayşe ise Can Dündar'dan başladı, başlar tasdik makamında sallandı. Sonra Elif Şafak dedi, zannımca heyettekiler Şafak'ın hangi gazetede yazdığını bilmiyorlardı, kitabını da okumamışlardı, üstelik "Zübeyr, Abdülkadir, Talha" gibi aykırı bir adı da olmadığından, başlar yine sallandı. Fakat en sonunda Ayşe bombayı patlattı ve "bir de… Ahmet Turan Alkan!" deyiverdi. Artık aradığını bulmuş olan heyet de böylece rahat bir nefes aldı.

Ayşe dışarı çıkınca R.Y. heyete döndü:

  • Arkadaşlar, Ali Turanlı okuyormuş.

-Evet, Ali Turanlı dedi Dekan.

Diğer hoca: Doğru, öyle dedi.

  • Ali Turanlı nerede yazıyor biliyor musunuz, diye sordu R.Y.

Kimse bilmiyordu; R.Y. çok bilmiş bir edayla, 'Akit'te yazıyor' diye büyük sırrı ifşâ etti. Diğerleri hemen tasdikçibaşı Mehmet Efendi gibi onayladılar, 'Doğru hocam, Akit'te yazıyor'.

Bu demek oluyordu ki, hocalarımızın hepsi Akit'i takip ediyordu. Ben ise o tarihe kadar sizin yazılarınızla tanışmamış olmanın şanssızlığını yaşıyordum. Bu yüzden kendimden çok da emin olmayarak 'Hayır, galiba Turan Alkan dedi' dedim fakat bunun bir önemi yoktu, çünkü hüküm verilmişti, o da Akit'te yazıyordu (!) Ayşe'nin Almanya'ya gidince militan olacağından, çarşafa gireceğinden, laik Cumhuriyet'in şu kadar küsur yıllık kazanımlarını hâk ile yeksân edeceğinden demler vuruldu, bir MGK havası ki görülmesi lazımdı. Ayrıca hocalarımız asıl Ayşe'yi düşünüyorlardı, Almanya'da tarikatların pençesine düşerdi bu kız (burada tarikat yoktu çünkü). Sonunda tüm teamülleri yıkarak (normalde her hoca bir not verir, bunlar toplanıp 5'e bölünür) R.Y. diğer üyeler adına da hareket ederek Ayşe'ye 60 verdi.

Yalnız heyette hâlâ bir endişe hâkimdi; ya 2. olan kız da böyleyse? Zira üçüncü sıradakinin mülakattan 500 de alsa gitme şansı yoktu. Ama kız içeri girince heyetin sırtından büyük bir yük kalktı, çünkü bu hanım kızımız gerçekten bizi sonuna kadar temsil etmeye liyakati olduğunu "tüm çıplaklığıyla" gözler önüne sermekteydi. Bu kıza birkaç üfürükten soru sorarak gönderdiler ve 100'ü bastılar.

Fakat kızımız yine de 0,5 puanla Ayşe'nin arkasında kalmıştı!

Onun da çaresi vardı, tüm kızlar çıkıp mülakatlar bittikten sonra Ayşe'nin notu R.Y.'in tavsiyesiyle 50'ye düşürüldü ve Türkiye bu rejim krizinden kimsenin ruhu bile duymadan kurtuldu.

Ben heyetten çıkar çıkmaz internetten Ali Turanlı'yı tarattım, ama bir şey bulamadım. Bulduğum tek şey 1980'lere Çanakkale'de vefat etmiş bir zatla ilgili birkaç bilgiydi. Sonra sizin adınızı, gazetenizi buldum. Zaten gönül bağım olan bu gazetenin sizin gibi bir yazarını bilmemek bence ayrı bir utançtır, üstelik yüksek lisans tezimi sivil-asker ilişkileri üzerine yapmış olduğum için iki kere utançtır. Bu bilgiyi kullanarak ertesi sabah R.Y. ile görüştüm, Ayşe'nin ortalamasının çok yüksek olduğunu, böyle bir dengesizliği kimseye anlatamayacağımızı, üstelik kızcağızın Ahmet Turan Alkan dediğini, onun da Zaman'da yazdığını, benim de yüksek lisans çalışmam sırasında onun kitaplarını okuduğumu (beyaz yalan) söyledim, 'ne yani' dedim, 'ben de mi mürteci oluyorum şimdi?' O da 'o zaman git, dekanla görüşüp hallet' cevabını verdi. Gerçekten dekan, Cumhuriyet'in ondan da yılmaz bir bekçisiydi. Fakat önce bölüm başkanına gittim, bu sırada aslında öğrencinin not ortalamasının 77 olduğunu, öğrenci işlerinin işgüzarlığından dolayı 97 göründüğünü, zaten her halükârda Almanya'ya gidemeyeceğini öğrendik. Ve işin peşini bırakmadan önce durumu Ankara'da bu programları yürüten Ulusal Ajans'a bildirdim. Ne yapılabilir bilmiyorum, Ankara'dakiler daha iyi bilir; ancak sonuç ne olursa olsun, refleksin ne boyutta olduğunu yakinen görme fırsatım olduğu için bence değerli bir deneyimdi. Ayrıca böyle en ufak bir meselede bile dâvâlarına ne kadar sahip çıktıklarını gördüm ve kendimden nasıl utandım, size anlatamam. Tedbir adına nelere başvuruyoruz; yüzlerine haykıramıyor da arkadan dolaşıyor, girecek başka bir kapı arıyoruz."

Mektup neredeyse bir sene önce kaleme alınmış, kopyalayıp bir kenarda unutmuşum.

Hadise gerçek; benimle ilgili kısmından ötürü önce Ayşe'den, sonra sizlerden özür dilerim ama geç de olsa bilmeniz gerektiğini düşündüm. Bu hafta sizi eğlendiremedim; nasipse haftaya efendim!