Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Birkaç gazeteden mürekkep basın gücünün, daha önce işaret ettiğimiz "seğirme refleksi" netice verdi; yargı kararıyla salıverilen mahkûm, yine bir başka yargı kararıyla yeniden "kodes"e konuldu.

Kodes lâfına dikkat edilmelidir, argodur ama aşağılayıcı argo lugâtinden. Basın nazarında itibarlı, en azından itibarı, Cumhuriyet'in itibarı ile eş tutulacak derecede "mükerrem ve muhterem" sanıklar kodese atılmazlar, tutukevine konulurlar. Matbuat ise adı üstünde "beşinci kuvvet"liğini göstererek "katil"i, yeniden "kodes"e "tıktırdı".

Tâbirler bu kadar önemli mi? Zannedildiğinden daha çok!

Az-buz muvaffakiyet değildir. Türkiye, her nevi iktidar gösterisinin kanun, hakkaniyet, nısfet gibi temel kavramları kırma raddesinde esnetmek pahasına alenen icrâ edildiği bir ülke haline geldi. Gücü ve itibarı olan ağları parçalayıp kudretini ibrâz ediyor; eğer "beşinci kuvvet"in gözünde makbul birisi ise meşruiyet dairesinde kalıyor, değilse "kodes"e.

Bu muhakeme tarzını güvenilmez buluyorsanız küçük bir faraziye oyunu oynayalım: Abdi İpekçi "sağ" tandanslı bir gazeteci olsaydı... Noktaların yerini siz gönlünüzce doldurabilirsiniz. Nitekim faili meçhule kurban giden veya yakalandıktan sonra af kanunlarından istifadeyle kısa sürede tahliye edilen "solcu olmayan" gazeteciler de öldürülmüştü vaktiyle; sâbık başbakanlardan biri de intikamcı sol çetelerin infazına uğramıştı; sanık veya mahkûmların isimleri bir tarafa, âkıbetlerini hiç merak eden olmuş mudur?

Türkiye'de basın, amme vicdânının değil, mensup olduğu birkaç yüz ailelik bir kabilenin sesidir. İçtimâi bir sınıf değil ama bir iktidar tekeli olmak bakımından bir dayanışma ve çıkar zümresi. Başlıca iddiası hâkim değer üretmek ve bu değerleri egemen kılmak; ne var ki değer üretmekte başarısızdır çünkü ürettiği değerleri yaslayabileceği -isabetli veya yanlış- bir felsefi zemini yoktur. Rüzgâr gülü gibi davranır; sair zamanlarda -mânâsını pek bilmese de- Hümanist geçinir, Modernite alâmetlerine kudsiyet izâfe eder, solcu ve sosyal adaletçi yaklaşımlar sergilemeye çabalar ama icab ettiğinde Faşizan karakterde yayına geçip savaş kışkırtıcılığı. Militarizm meddahlığı veya Totaliter uygulama savunuculuğu da yapar. Bazıları Türk basınını çifte standartlı davranmakla itham eder ama "çifte"si bile fazladır çünkü ona standart izafe etmek bile tartışılır bir hüküm olur. Böyledir, çünkü temel dâvâsı omurga edinmek veya prensip mücadelesi yürütmek değil, güç tepişmesinde üstte kalmaktır. Çıkarları gerektirirse bir günde laikliğe, militarizme, hukukun üstünlüğüne, hatta Cumhuriyet'e bile karşı pozisyon almakta tereddüd etmez. Basın tarihinde örnekleri iknâ edecek derecede boldur.

Geleneği yoktur; tabii prensipsizliği gelenek saymazsak!

Artık maskelerinden ve kostümünden sıyrılarak âşikâr hale getirilmiş bir güç oyunu seyrediyoruz; isimlerin önemi yok, gözünüzü kısıp figürleri silikleştirerek olup-bitendeki temel kavram ve kurumları fark etmeyi başarabilirseniz seyri eğlenceli bir oyun bu; meselâ iktidarın meşru temsilcisi sayılmak lâzım gelen çoğunluk partisinin ve hükümetin bu oyunda nasıl sık sık açık düştüğünü ve hadiselerin dümen suyunda sürüklendiğini hatırlayınız. Adalet cihazı bile amansız bir medyatik baskı altında şaşırtıcı, güven telkin etmeyen davranışlar sergileyerek merkezi rolünü kaybetmek üzeredir. "İlle de adalet reformu yapılmalıdır" taleplerini esasta doğru bulsak bile ciddiye almakta mazuruz çünkü adli mekanizmamız, hiç bu kadar "güç oyunları"nda edilgen ve etkisiz durumda kalmamıştı.

Basının, teorik sınırları kat be kat aşmaya başlayan gücünü kim, nasıl kontrol edecek? Adalet cihazındaki soru işaretleriyle birlikte ele alındığında bu, devlet olmanın temel lâzımelerini askıda bırakan bir tesbit sualidir.