Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Bir sahafın dükkân önüne koyduğu ucuz kitap sergisinde, az kullanıldığı her haliyle anlaşılan bir anayasa kitapçığı buldum.

Biraz göz atınca temel haklarla ilgili bazı maddelerin altına, kitabın sahibi tarafından el yazısıyla bazı notlar düşüldüğünü farkettim; dikkatimi çekti. Yazısını tanımam ama tükenmez kalemle yazılmış notlar bana hayli tanıdık geldi. Bakalım size tanıdık gelecek mi?

Acaba niçin anayasa kitapçığını elden çıkarmaya karar vermişti; artık ihtiyacı kalmamıştı belli ki... Neyse, okuyalım...

Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.

(Keh keh; bu hüküm, bazılarının daha fazla eşit olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz ama).


Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.

(Deniliyorsa da olaya geniş açıdan bakmakta fayda vardır; bu hüküm bazı aileler dışında kalan aileler üzerinde geçerlidir; lâf!).


Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.

(Hiç de değillerdir; aciliyet gösteren bazı konularda devlet organları ve idari makamlar önce suç işlemeye teşvik edilebilir. Sonradan kanuni düzenleme yapılır; yapılmasa da olur.)


Herkes, kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir.

(Yok devenin pabucudur; bu gibi güzel cümleleri fazlaca ciddiye almamak lazım. Boşverin siz böyle tumturaklı lafları! Bir hakka sahip olmak demek, kişinin o hakkını tepe tepe, canının istediği zaman kullanabileceği şeklinde yorumlanamaz. Bu gibi nazik hususlarda en kritik kararı hükümet erkânının vermesi daha doğru olacaktır. Biz bu işleri iyi biliriz, daha doğrusu Ululemriniz bilir; dağılın!)


Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

(Keh keh... Al işte meselâ bir tane daha; eğer siz buna yaşamak diyorsanız mesele yok!)


Tıbbî mecburiyetler ve kanunda yazılı haller dışında, kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve tıbbî deneylere tâbi tutulamaz.

(Elbette bazıları, yani paralel diye nitelenen kişileri bu kapsamın dışına alıyoruz. Mitinglerde defalarca izah edildiği üzere sülük, virüs gibi canlılar “kişi” sayılmadıkları için her türlü bilimsel deneyde kullanılabileceklerdir; iyi de olur; en azından böylece topluma bir faydaları dokunur.)


Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tâbi tutulamaz.

(İşkence ve eziyet deyince aklımıza ne geliyor? Elbette Ortaçağlarda gördüğümüz işkence odaları, zindanlar, iğneli fıçılar, içindeki şeytanı çıkarmak için ateşte kızartılan cadılar vesaire geliyor; peki, bizim ülkemizde bu türden işkence ve eziyet var mıdır; yoktur. Peki bu maddede “Haşhaşilere eziyet ve işkence yapılamaz” deniliyor mu? Denilmiyor! Öyleyse...

Durmak yok, yola devam!)


Kimsenin konutuna dokunulamaz.

(Peh! İnlerine gireceğiz inlerine! Binaenaleyh in bir mekân mıdır; değildir. Peki, inde yaşayanlar insan mıdır? Değildir! Kaldı ki oturduğunuz konutlarda bizim sayemizde barınmaktasınız, henüz taksit borcunuz bile bitmedi…)


Herkes, vicdan, dinî inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir.

(Ee, biz burada ne başıyız öyleyse; herkes vicdan, din ve kanaat hürriyetine sahipse biz ne demeye kendimizi yorup durmaktayız? Olmaz öyle şey, bu maddenin aslı şöyle olmalıydı, sakata gelmiş böyle çıkmış ama şimdi düzeltiyorum: Herkes, yakışıklı ve dünyalar şirini bir başkanın vicdanına, dini inancına ve kanaatlerine katılmakta serbesttir; hatta katılsa daha iyi olur; katılmazsa kendisi bilir, katılmakta gecikenler ve mırın-kırın edenler kendilerini bilirler başlarına geleceği…)


Kimse, ibadete, dinî âyin ve törenlere katılmaya, dinî inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; dinî inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz ve suçlanamaz.

(Yav he he… Siz benim gözümün içine bakın gözümün içine; anladınız siz onu; grup disiplinine karşı çıkıntılık et de göreyim senin efeliğini! Kardeşim siz Ortaçağ Avrupa hukuku’ndaki “Cuius regio eius religio” prensibini duymadınız hiç; hayrıma tercüme edeyim: Devlet kimin elindeyse halkın dinini de o tayin eder demek. Aloo, orda mısınız?)


Kimse, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz.

(Olur! Başka ne arzu ederdiniz; paşa keyfinize uygun bir kanun hazırlamak bizim için işten bile değildir. Ayrıca kanun siparişinizi alakart tarzında da kabul edebiliriz. Yönetmelik daha kolay, onu hemen kolayca halledebiliyoruz birkaç günde. Sadece ‘Bekirr’ demem kâfi!)


Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz.

(O-hoo, biz düşmanı dışarda arıyorduk, meğer içimizdeymiş. Burası Birleşik Britanya Krallığı mı kardeşim; sen suçlu sayılmazsan, o suçlu sayılmazsa, onlar, bunlar, şunları peşinen suçlayıp mahkum etmeyeceksek nasıl yapacağız biz bu mıntıka temizliğini? Hişt, aloo, sana diyorum paralel devlet ajanı sana… Bakma oğlum sağına soluna casusun çocuğu, kiralık ajan, rant yiyici takiyyeci iblis seni; çetecinin de gözüsün işte, kokuşmuşun çürümüşün tekisin, yalancı peygamber müsveddesi seni. Ümüğünüzü sıkacağız ümüğünüzü…)


Düzeltme ve cevap hakkı, ancak kişilerin haysiyet ve şereflerine dokunulması veya kendileriyle ilgili gerçeğe aykırı yayınlar yapılması hallerinde tanınır ve kanunla düzenlenir.

(Biz de aynı şeyi diyoruz: Bu madde haysiyet ve şeref sahiplerini ilgilendiriyor, sizi değil. Binaenaleyh cevap-mevap hakkınız yok. Su bile yok size su! Hade hade!)