Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Kur’an-ı Kerim bize bir devlet veya hükümet modeli va’zetmiyor. Hz. Peygamber’in de bu hususta bir model telkininde bulunmadığı açıktır. O’nu takip eden dört râşid halifenin seçiminde ve daha sonraki uygulamalarda farklı çözümler arandığını biliyoruz. Fakihler Kur’an ve Sünnetin rûhunu yorumlayarak devletin can, mal, nesil, akıl ve din güvenliğinin teminini devletin vazifesi saymışlar fakat bir model teklif etmemişlerdir.

Bu tartışılmaz veriden hareketle Müslümanların devletsiz veya idaresiz kalacağı sonucuna varılamaz. Kur’an ve Sünnet devletin ve siyasetçinin vasıflarını belirtmiş, model ve sistem arayışını ise yaşayan Müslümanların üstesinden gelmesi gereken bir görev olarak yoruma açık bırakmıştır. Dolayısıyla Müslümanların hilâfet, monarşi, demokrasi veya cumhuriyet gibi belli başlı sistemler arasında ‘Şu İslâmîdir, öteki değildir’ türünden bir tercihte bulunması mânâsızdır. Yukarıda sayılan temel hakları gözetip adâleti tesis eden her hükümet modelinin Müslümanlarca uygulanma şansı vardır.

İslâm, hükümet konusunda model dayatmıyor, ana fikir ve hedefler koyuyor.

Hâl böyleyken bir fıkıh hocası, şu günlerde zorla tartışma gündemine sokulan başkanlık meselesi hakkında ilginç bir tesbitte bulunarak diyor ki: “İslâmî sistem de referans olarak değil ama mekanizma olarak başkanlık sistemine benzer. Çünkü bu sistemde halk başkanı (halifeyi, emîri) seçer, ona bey’at eder, başkan da hükümeti ve yüksek bürokrasiyi seçip tayin eder, yargıya müdahale edemez, İslâmî usule göre yasamayı ve denetimi yapacak olan heyet de başkandan bağımsızdır.”

Gazete yazarı sıfatıyla bu mütalaanın yayımlanması son derece anlaşılabilir bir şeydir fakat İslâm adına tarif getirmek başka bir şey ve birtakım mahzurlar ihtiva ediyor.

İlk olarak ‘Devlet’te İslâmî sistem’den bahsedilemeyeceğini yukarıda izah etmiştik. Dolayısıyla başkanlığın mekanizma olarak İslâmî sisteme benzeyip benzememesi, ilmî ve dinî neticesi olmayan bir yorumdan ibaret.

İslâmî sistemde başkanı (yani emîri, halifeyi) halkın seçtiği cümlesi de hayli su götürür bir iddiadır. İslâmî sistemde değil elbette fakat Müslümanların tarihî ve politik uygulamalarında görülen mekanizma şudur: Bugünkü mânâsıyla bir genel seçim söz konusu değildir; dolayısıyla halifeyi veya emîri halk seçmez; halk adına kanaat belirtme yetkisini haiz olduğu varsayılan az sayıdaki kişi (Ehl-i hall u akd) emîrin seçiminde sınırlı miktarda etkili olabilmişlerdir ve bu uygulama tarihî açıdan çok sınırlı kalması dolayısıyla bir ‘sistem unsuru’ olarak yorumlanamaz. Fakihimiz, sadece fıkıh ulemâsının teorik risâleleriyle yetinmek yerine İslâm tarihinin pratiğine ve nasıl işlediğine eğilmiş olsaydı, bu iddialı cümleyi kurarken hayli düşünürdü.

Alıntıda doğru görünen cümle şu: Başkan yargıya müdahale edemez. Bu cümle teoride doğrudur fakat İslâmî pratikte, yani İslâm tarihinde birkaç dramatik örnek dışında başkanın, yani emîrin veya halifenin yargıya müdahale etmediği, daha doğrusu yargıyı kontrol etmediği bir fasıl yok gibidir. Tekrar edelim: İslâm tarihi boyunca yargı kurumu daima halife veya sultanın kontrolü altında kaldı ve bağımsız olamadı. Nitekim bugün ‘Diyanet’ adıyla yaşatılan uygulama, İslâm tarihi boyunca en uzun süre uygulanan modeldir. Hepsi de devlet hazinesinden maaş alan bir memur statüsündeki ulemâ zümresi ile yargı nasıl bağımsız olur veya bu tarihî süreçten bir ‘yargı bağımsızlığı’ fikri nasıl istihrâc olunur bilmiyorum.

Ünlü fıkıh hocası, başkanlık modelini parlatıp gündemde tutarak safdil dindarları iknâ etme çabası yerine şu soruya cevap verebilse daha iyi ederdi: “İdaresi altındakilerden bir kısmına karşı âdil ve tarafsız olmayacağını kendi diliyle ikrar etmiş birinin başkan veya halife veya emîr veya reis-i cumhur sıfatıyla görevine devamı dînen meşrû mudur?”

Veya başka bir ifade ile “Bir başka şahsın başkanlık arzu ve iddiası gündemde olsaydı, bu fetvâyı yayımlamakta aynı derecede istekli davranır mıydınız?”

Uzun söze gerek yok. Başkanlığı arzulanan kişiyle ‘olur, caizdir’ fetvâsı verenin statülerini karşılaştırmak bile, İslâm’ın tarihî ve siyasî pratiğinin nasıl işlediğini yeterince aydınlatıyor.