Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Aşağıdaki haber metnini biraz dikkatle okumanızı rica ediyorum, zira metinde küçük bir hile var; bakalım bulabilecek misiniz?

“Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, BM Genel Kurulu için bulunduğu New York’ta gazetecilere yaptığı açıklamada, ABD ve bazı Arap ülkelerinin Suriye’deki IŞİD hedeflerine yönelik operasyonunu değerlendirdi. ‘Üzerimize düşen görev neyse yapacağız’ ifadesini kullanan Gül, Türkiye’nin vereceği desteğin askerî operasyonu kapsayıp kapsamadığına ilişkin bir soru üzerine, ‘Arkadaşlar, her türlü kapsar. Askerî, siyasî hepsi’ dedi.”

Hile hemen gözünüze çarpmış olmalı: Sayın Gül artık cumhurbaşkanı değil, o makamı bugün Sayın Erdoğan dolduruyor! Gariplik bundan ibaret değil ama: Eğer geçen hafta New York’ta BM genel kurulunda konuşan Sayın Gül olsaydı, kaldırımda gazetecilerin, “Türkiye’nin ABD’ye ve diğer koalisyon güçlerine vereceği desteğin askerî operasyonu kapsayıp kapsamayacağı sorusuna cevap verirken, ayaküstü, ‘Arkadaşlar, her türlü kapsar. Askerî, siyasî hepsi’ demez, en azından bu cümleyi siyasî nezakete ve daha önemlisi Anayasa’ya aykırı bulurdu, çünkü Sayın Gül, bir parlamenter sistem aktörüydü. Türkiye adına tek başına karar alma yetkisine sahip olmadığını bilirdi...

En sade vatandaş bile teslim eder ki, Sayın Erdoğan’ın bu cümlesi, “Dönüşte hükümetle görüşürüz” parantezi açmasına rağmen tek kişilik irade beyanı ile fiilen Türkiye’nin harbe sokulması irâdesidir. Bu kanaatte olsa bile Sayın Gül, kaldırımda ayaküstü bu kritik cümleyi sarf etmez, en azından, “Konuyu Türkiye’ye dönüşümde Bakanlar Kurulu ve Meclis’te grubu bulunan siyasi parti yetkilileri ile görüşüp istişâre etmeden ayaküstü bir şey söylemem doğru olmaz. Bildiğiniz gibi Anasaya’mızın 87. maddesi gereğince savaş ilânına karar vermek TBMM’nin görev ve yetkisi içindedir. Cumhurbaşkanı olarak benim böyle kritik bir meselede ayaküstü görüş beyanında bulunmam beklenmemeli.” derdi...

Bu nokta son derece kesin; aynı derecede kesin olmayan üç hususa da yeri gelmişken parmak basalım öyleyse:

1-Sayın Erdoğan’ın, anlık bir durum icabı dile getirdiği şahsi düşünceleri bir savaş ilanı sayılabilir mi? Siyasi hukukumuza göre elbette sayılamaz; önce hükümetin tasvibinin ardından TBMM genel kurulunun kararı şart.

2-Bir başka ülke toprakları içinde TSK’nın görevlendirilmesi için öteden beri takip edilen Meclis tezkiresinin verdiği yetki çerçevesinde Türkiye, TBMM genel kurulu kararı olmadan fiilen bir savaşa katılabilir mi? Bu mümkündür ve –yanılmayı bütün kalbimle diliyorum- galiba muhtemelen bu hafta içinde başımıza gelecek olan da budur.

3-Peki, ABD ve diğer koalisyon üyelerinin ortak harekatına “askeri de dâhil her şeyle” katkı vermek bir “savaş durumu” sayılabilir mi? Bu sorunun cevabını olayların seyri esnasında görebileceğiz. Meselâ Rusya’nın tavrını dikkatle gözlemek gerekiyor.

Savaş hukuku ile ayrıntılar dikkatimizi asıl konudan uzaklaştırmasın. Meselenin vahametini daha doğru anlayabilmek için şu sorunun cevabını bilmeye ihtiyacımız var:

-Bugün itibariyle Recep Tayyip Erdoğan’ın herhangi bir konudaki iradesini icrâ etmeyi reddeden bir siyasi mekanizmaya sahip miyiz? Daha açık ifade etmek gerekirse, Sayın Erdoğan’ın kaldırımda ayaküstü söylediği sözler de dâhil sanki Meclis ve hükümetin onayından geçmiş bir mutabakat ürünü gibi yürütme gücüne sahip görünüyor. Yukarıda örneğini verdik. Sayın Gül, Meclis’e ve hükümete rağmen siyasi kriz doğurabilecek bir kararı tek başına açıklamazdı, çünkü böyle bir yetki vermiyor Anayasa. Sayın Erdoğan ise, zihnindeki başkanlık modelini tahakkuk ettirircesine ağzından çıkan sözlerin kanun gücünde sayılması gerektiğini düşünüyor ve zaten öyle muamele görüyor. Hükümet ve onun başbakanı, Sayın Erdoğan’ın iradesini gerçekleştirmeye memur bir sekretarya fonksiyonuna gerilemiş durumda. Sayın Davutoğlu’nun bir süre önce muhalefete, “Muhatabınız benim” hatırlatmasında bulunması, nezaket icabı söylenmiş bir iyi niyet yorumu olmaktan geçemedi.

Siyasi güç artık Sayın Erdoğan’da temerküz etti, böylece Türkiye fiilen başkanlık modeline, daha doğrusu güçler ayrılığı ilkesine aldırış etmeyen otoriter bir başkanlık modeline geçmiş bulunuyor. Bu fiilî durumun siyasi sorumlusu başta Başbakan ve Bakanlar Kurulu olmak üzere iktidar partisinin Meclis grubudur. Sayın Erdoğan’ın deyişiyle “açık ve net!”