Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Dün kaldığımız yerden devam edelim; Evet, bir "Batı Müslümanlığı" var ve Türkiye'de İslam adına fikir üretenlerin bu olguyu nazar-ı dikkate alması gerekiyor.

Bu hususu Bosna'yı yakından bilen, tanıyan, en azından birkaç ay orada yaşayan birinin yazması ne güzel olurdu. Benim çok uzaklardan hissedebildiğim fark, büyük ölçüde, 20. yüzyılın en güçlü mütefekkirlerinden Aliya İzzetbegoviç'in yazılı eserlerinden kaynaklanıyor. Dünkü yazıda bahsettiğim mezarlık fotoğrafındaki ayrıntılar, belki de bu yüzden gözüme önemli ve temsil niteliğini haiz göründü.

Cumhuriyet'in en büyük iddiası "batılı" insan yetiştirmekti: Türklüğünü ve dinini inkâr eden mânâsında değil elbette; eşyaya daha çok nüfuz eden, zihni daha rasyonel çalışan, büyük meseleleri düşünürken ayrıntılar üzerinde dikkati fuzuli saymayan, elbette şahsi ve toplumsal ahlâk ve sorumluluk sahibi, iyi eğitim görmüş insanların sayıca artmasını ve etkili olmasını düşünmüş, "Muasır garb medeniyeti" bunu murad etmiş olsalar gerektir. Bizim Avrupa görmüş Jöntürklerimizi en ziyade etkileyen tabloları hatırlayınız; onlar batı şehirlerinde gördükleri temizliği, titizliği, ayrıntı dikkatini, problemleri algılama ve çözme kabiliyetini kendi ülkelerinde görememekten muzdariptiler. Nice gayrete rağmen "millette ümmid ettiği feyz"i göremeyen batıcıların, arayı kapatmak için siyasi ve sosyal inkılap programlarına daha yüklenme ihtiyacı hissettikleri ve neticede -sosyal zamanı daha kısa bir süreye sıkıştırmak için- işi radikal üsluplu dayatmacılığa vardırdıkları gerçektir. Ah acelecilik!

Doğrusu bizim batıcılarımızın bir asırlık karnesini vermek gerekirse, onları karikatürlerde sıkça tekrar edilen gerçeküstücü ressamların hâline benzetmekten kendimi alıkoyamıyorum. Mâlumdur, karikatürdeki ressam model iskemlesinde oturan güzel kıza bakar ve önündeki tuvale bir gulyabani, çarpılmış bir acûze resmeder; doğru yere bakmakta ama yanlış iş görmektedir. Bizim batılılaşma programlarımızın neticesi de bundan pek farklı değildir. Laikliğe bakarken laikçilik icad etmek böyle bir haldir işte; rejimi koruyacağım, "rejim düşmanlarını lânetleyeceğim" derken kendi halindeki milyonlarca dinibütün insanı rencide etmek ve onu siyasi kamplaşmaya doğru sürüp kışkırtmak da böyle bir beceriksizlik mahsulüdür. Düşününüz ki bu ülkede tercih ettiği kelime kadrosuna bakılarak bir insanın siyasi kanaatleri hakkında hüküm verilebilmektedir. Batılılaşma yolunda ne hazin bir patinaj manzarası! Bir avuç bürokrata dayanarak bir toplumu yeniden inşa etmek dünyanın neresinde kolay olmuştur ki? Türk siyasetinin hâl-i hâzırı da aynı sûreti gösterir; bürokratların partisi ile bürokratların hükümranlık anlayışından hazzetmeyen muhaliflerin bir araya geldiği bir başka parti...

Doğu Avrupalı ülkelerin bile kısa zamanda gerçekleştirdiği özelleştirme etrafında ne çok lâf ve kaynak tüketmişiz. Bu tam da "Baba bir hırsız tuttum /Öyleyse getir/ bırakmıyor ki" fıkrasını andırıyor. Bir had aşıldıktan sonra mânâsı filan kalmıyor özelleştirmenin; biz o tatlı kararı kaçırdık.

Nâhak yere ne kadar enerji harcamışız? Türkiye'nin seksen yılı çok daha verimli kullanılabilirdi pekâlâ.

Bugün sergilediğimiz "batılılık" seviyesinden daha iyisini yapabilirdik. Rasyonellik derken felsefi mânâsına aldırış etmiyorum; sahip olduğun enerjiyi, zamanı, kaynağı doğru yerde kullanmak anlamında bir rasyonelliği pek az ele geçirebildik. Bir kabristanı bir şehitliği temiz pâk tutmak, orayı çemenzâre çevirmek küçük bir ayrıntı değil, mühim bir gösterge.

Boşnaklara o gözle bakıyor ve daha iyi tanımaya çalışıyorum; belki de Cumhuriyetimizin inşasına o kadar gayret gösterdiği insan tipi oralarda bir yerdedir.