Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Öğle haberlerinde sonuna yetişmiş olmalıyım ki, bu değerli aktivistimizin ismini kaydedemedim. Konuyu özetliyorum: Güneydoğudaki sel haberleri üzerine spiker hanım, meselenin "küresel ısınma"dan kaynaklandığına hükmederek bir uzman görüşüne başvuruyor (Uzmanlar, hani şu modern zamanların nefesi kuvvetli hocaları!). Uzman arkadaşımız, "evet" diyor.

"Küresel ısınma artık katlanılmaz boyutlara ulaştı; biz de zaten yarın bir miting yapacaktık!" Tesadüfün bu kadarına ne denir? Uzmanımız devam ediyor: "Yarınki mitingimiz Türkiye'ye Kyoto Sözleşmesi'ne imza koyması için baskı yapmak amacını taşıyor!" Kyoto Sözleşmesi de ne ola diye düşünenleri ise şöyle aydınlatıyor: "Bu sözleşme sera etkisine yol açan gazların üretim ve tüketimi sınırlandırmayı amaçlayan uluslararası bir anlaşma." Ve yine ilave ediyor: "Artık Türkiye de sera etkisine yol açan gaz üretimindeki artış hızıyla atmosferi ciddi surette kirleten ülkeler arasına girdi. İlk yirmideyiz."

Ee?

"Eeesi şu" diyor uzmanımız, "bilinçli yurttaşlar olarak Türkiye'yi bu sözleşmeye imza atması için zorlamalıyız. Bunun için miting yapıyoruz; mitingde şarkıcılar da olacak!"

Kelimeler farklı olabilir ama mesaj aynen bu. İyi de, Batman'daki sel nire, Kyoto nire?

Kyoto Sözleşmesi 16 Şubat 2005'te Rusya'nın da ikna edilmesiyle resmen yürürlüğe girdi. Peki kimler imzalamadı diye merak ederseniz söyleyim; dünya üzerinde sera etkisi yapan gaz üretiminin neredeyse yarısını üreten ABD, Çin ve Hindistan.

Peki, diyelim ki Türkiye sözleşmeye imza koydu ve çevreci aktivistlerimizin başı göğe erdi; nasıl yaptırımlarla karşı karşıya kalacağımızı biliyor muyuz?

Söyleyelim: Atmosfere salınan sera gazı miktarı yüzde 5'e çekilecek. Endüstriden, ulaşımdan, ısıtmadan kaynaklanan sera gazı miktarını azaltan mevzuat yeniden düzenlenecek. Daha az enerji ile ısınma, daha az enerji tüketen araçlarla uzun yol alma, daha az enerji tüketen teknoloji sistemlerini endüstriye yerleştirme, ulaşımda, çöp depolamada çevrecilik, temel ilke olacak. Atmosferdeki metan ve karbondioksit oranının düşürülmesi için alternatif enerji kaynaklarına yönelinecek. Fosil yakıt yerine, bio dizel yakıt kullanılacak. Çimento, demir çelik ve kireç fabrikaları gibi yüksek enerji tüketen işletmelerde atık işlemleri yeniden düzenlenecek. Güneş enerjisinin önü açılacak. Nükleer enerjide karbon oranı sıfır olduğu için dünyada bu enerji ön plana çıkarılacak (Bu noktada bizim çevrecilerin nükleer enerjiye karşı olduklarını hatırlayın lütfen!). Fazla yakıt tüketen ve fazla karbon üretenden daha fazla vergi alınacak.

Uzaktan okuyunca, "ne güzel, keşke..." dediğinize eminim; ama kazın ayağı pek öyle değil. Eğer Türkiye, atmosfere saldığı gazların küresel ısınmayı ciddi surette artırdığını zımnen kabul ederek sözleşmeye imza koyarsa, daha az enerjiyle yetinmek zorunda kalacağı gibi, şimdiki fiyatların en az iki katını ödemek zorunda kalacak. Kullanacağı her türlü endüstriyel ürün pahalanacak. Ama bu esnada üç endüstriyel dünya devi atmosfere harıl harıl gaz salmaya devam edecek. Bu arada hakkını yemeyelim, ABD, Kyoto Sözleşmesi'ne imza koymamakta direniyor ama bahaneleri şâhâne: Beyaz Saray'a göre ABD, gaz azaltma konusunda kendi çalışmalarını yürütmekte imiş!

Bizim çevreci aktivistler, "önce biz kapımızın önünü süpürelim!" yaklaşımını savunuyorlar; doğrusu pek ahlâkî, ne derler hani, "pek etik, pek şık" bir tutum! Türkiye'nin atmosfer kirliliğine katkısının kaç hopta bir hop olduğunu söyleyen yok.

Yorumcular diyor ki, gelişmiş ülkeler, çevreci doktrini (veya "din" de diyebiliriz buna), gelişmemiş ülkeleri gelişmesini baskı altında tutmak için geliştiriyorlar (Türkçe bozuk ama anlamı oturaklı). Kısacası kirleten onlar, derdi ise bizim gibi ülkeleri germekte.

Binin yarısı beşyüz, çakalım şu Kyoto Sözleşmesi'ne bir imza; efkâr-ı umumiye de "helâl be Türkiye" desin, lakin problem şurada, "bizi bu tip aydınlardan kim kurtaracak?"