Bayrak krizinin öğretmesi gereken

12 Eylül öncesi dönemde provokatörlerin en beylik, en geçerli numarası, “Camiye bomba attılar” veya “Falan yeri silahla taradılar, şu kadar kişi öldü” şeklindeki balon haberlerdi. Son yıllarda ise “Bayrağa hakaret edildi, parçalandı, yakıldı” tipinde kışkırtmalar hemen karşılık buluyor.

Konunun özüne geçmeden önce, tahrik nesnesi ile tahrik olan arasındaki ilişkiyi soğukkanlılıkla incelemek gerektiğini düşünüyorum.

Güneydoğu’nun belli yerlerinde örgüt uzun zamandan beri bir kamu otoritesi gibi davranarak yol kontrolü yapıyor, vergi topluyor, kendi bayrağını kullanıyor, yargı fonksiyonunu karşılıyor ve “Öz savunma” adı altında silahlı birlikler oluşturuyor. Bu tür haberlere kamuoyu, bayrağa yapılan hakaretler derecesinde tepki vermiyor; hâlbuki devletin egemenliğini gösteren en müşahhas fonksiyonlar bunlardır; yani, vergi tarh ve tahsili, savunma ve yargı. Bu alâmetler arasında bayrak da var ama temsil niteliği yüksek olmasına rağmen diyelim ki devletin yargı fonksiyonunu gasp edip üstlenmek derecesinde elle tutulur bir alâmet sayılmaz.

Bayrak üzerinden siyaset yapmaya siyasetçilerimiz bayılıyor, çünkü olayların derinliğine nüfuz etmek yerine görünür semboller üzerinden kanaat oluşturmaya alışkın kamuoyunu etkilemek için bayrak bulunmaz bir araç teşkil etmekte. Meselâ olaydan üç gün sonra MHP sözcüsünün Meclis kürsüsüne küçük bir Türk bayrağı asarak yaptığı gösteri türünden bayrağa sahip çıkma hamleleri, çoğumuzun tüylerini -millî duygu kabarışlarıyla- diken diken ediyor ve kanımızdaki hamâset oranını artırıyor.

Diyarbakır’daki bayrak indirme hadisesi, kamuoyunun bayrak üzerindeki bilinen hassasiyetini tahrik için düzenlenmiş açık bir tahriktir. Sevinilmesi gereken bir hususu hemen işaret edelim: Bayrağı indiren “Çocuk”un, vaktiyle Kıbrıs’ta olduğu gibi “Alnının çatından” vurularak indirilmemesi, -bilinerek veya istemeden yapılmış da olsa- son derece isabetli olmuş ve bayrak üzerinden kamuoyunu karıştırma hesapları boşa çıkmıştır. Bu tesbit, bundan sonra bayrağa karşı yapılacak saygısızlıkları tasvib etmek mânâsında yorumlanmamalı. Her cürümde olduğu gibi bu suç eyleminin de kanuni karşılığı neyse fail ve failler bulunup yargı işletilmeli. Şüpheliyi ânında infaz eski Türkiye’nin refleksiydi, öyle kalmalı.

İktidarıyla muhalefetiyle siyaset sınıfı, bayrak krizinde bana göre sınıfta kaldı ve çok kötü bir imtihan verdi. Başbakan, suçu hemen askerî birlik komutanları üzerine attı ve toplumun Tokat’ta gösterilen “duyarlılığı” paylaşması gerektiğini ileri sürerek kriz esnasında ne kadar paniklediğini bir kere daha gösterdi. Hadiseden neredeyse iki gün sonra sair hükûmet yetkililerinin Başbakan paralelinde verdiği destekleyici mesajlar ise “imitasyon” ürünü olmaktan başka bir özellik taşımıyordu. MHP, siyasi bir parti olarak varlık sebebini hatırlatmasına imkân verdiği için bu fırsatı son çeperlerine kadar değerlendirdi ve kesif bir vatan-millet edebiyatı ile seçmenlerini yeniden heyecanlandırmayı başardı.

Hadisenin Cumhurbaşkanlığı seçimleriyle ilgisini görmezden gelirsek, büyük resmi ihmâl etmiş oluruz. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde iktidar, BDP’nin seçmen kitlesinin desteğini yanında görmek istiyor ve çözüm sürecini mümkün olduğunca zamana yayarak desteği garantilemek hesabında. BDP ise iktidarın vaat ettiği tavizlerin hükümet kararı şekline dönüşmesini seçimden önce görmek ve kazancını garanti altına almak istiyor. Olaydan sonra PKK’nın sert polis, İmralı’nın ise iyi polis rolünü seslendirmeye başlaması, bir nevi suçüstü durumuydu!

Bu krizde her şeye rağmen basın temkinini korudu ve altyapısı zayıf demokrasimiz için ne kadar gerekli ve hayati bir unsur olduğunu gösterdi. Siyasetçilerin bol köpüklü ve aşırı heyecanlı dili, -yandaş takımı hariç- basında pek paylaşılmadı. Bir mânâda kışkırtmayı tertipleyenlerin hevesi kursağında kalmış oldu.

Kışkırtmalara açık kapı bırakan bir duygu dengesizliği içinde görünmek büyük bir zaaftır. Türk kamuoyunu mekanik bir piyano tuşu gibi basıldığında önceden belirlenmiş sesi tınlatan, güdümü ve kullanılması kolay bir araç olmaktan çıkarmak gerekiyor. Büyük belalara ve fitnelere karşı ancak böyle direnç kazanabiliriz.

Ve son nokta: Bir devletin haysiyeti sadece millî bayrağından ibaret değildir ve inşallah herkes bu ince espriyi iyice fark etmiş olmalıdır.


Kaynak (Arşiv)