Bedava terör propagandası

Terörle mücadelede yeni teknikler, yeni usûller icad etmeye gerek yok. Türkiye, “Tam demokratik” diyemiyorsak bile demokrasiyi azimle benimsemeye çalışan bir kamu hukuku modeline sahip; bu modeli toplum da tutuyor ve benimsiyor. Demokrasiyi savunmak, terörle mücadele ederken bile uyulması gereken kurallar hakkında bazı değerler getiriyor; buna göre devlet güçleri, saldırıları önlerken orantılı davranmak ve daima hukuk içinde kalmak zorunda.

Terör örgütü için hiçbir anlam taşımayan hukuk (ve centilmenlik) kuralları, devleti bağlar. Vaktiyle Baader-Meinhoff çetesi ileri gelenlerinin hâlâ karanlıkta kaldığı için mahiyeti tam bilinemeyen bir şekilde kaldıkları tutukevinde ölü bulunmalarından sorumlu olan Alman hükümeti, işte bu sebeple hâlâ şaibe altındadır. Kezâ İsrail hükümetleri, kendilerine yönelen silahlı eylemleri bastırırken orantısız ve zâlimâne güç kullanmak, saldırıyla ilgisi olmadığı son derece açık mâsumları, çocuk ve kadınları katletmek, hatta Filistinlileri bir açık hava hapishanesinde enterne edip hayati maddelerin girişine kısıtlama getirmek suretiyle cezalandırmaktan ötürü hayli kalın bir sabıka dosyasına sahiptir.

Çatışmada ölü ele geçen terör çetesi üyelerinin naaşına saygılı davranmak da bu çerçevede bir centilmenlik kuralı. Vaktiyle bu konuda kötü örnekler yaşandı; halkın galeyanını teskin için terörist cesetlerinin karakol avlularında teşhir edilmesi evvelâ insanlık değerlerine yaraşmayan bir âdetti, neyse ki hatada ısrar edilmedi.

Terörle mücadelede basına düşen önemli sorumluluklar var; sorumluluk kelimesini seçerek kullanıyorum, pekâlâ “görev” de denilebilirdi ama sorumluluk, görev’in kapsamına göre daha gelişkin ve ileri bir davranış biçimidir: Bir şekilde gayesine ulaşmış terör saldırılarının hemen akabinde muhabir ve kameraman ordusunu olay yerine sevk ederek canlı yayın yapmak, yaralı ve ölülerin taze fotoğraflarını çekip yayımlamak, hâlâ hadisenin şokundan sıyrılamamış görgü şahitlerinin heyecanlı ifadelerini birebir yayımlamak aslında tam da terör güçlerinin elde etmek istediği gayeye hizmet etmekten başka şeye yaramıyor. Teröristler, yaptıkları eylemin hızla, en geniş şekliyle ve hiçbir şekilde denetimden geçmeden yayın organlarında duyurulması maksadını güdüyorlar; onlara göre ne kadar etkili ve geniş olursa olsun “haber hâline gelememiş” hiçbir eylem başarılı sayılmaz. Terör, bizzat hedef aldığı kişi ve kurumları tahrip etmekten ziyade olayla hiç ilgili olmadığı hâlde yayın organları aracılığı ile meseleyi izleyen kitleleri yılgınlık, ümitsizlik ve dehşet içinde bırakabilirse kendini başarılı sayıyor.

Bunlar bilinmedik şeyler değil, neredeyse yarım asırdan beri terörün her cinsiyle -ne yazık ki- içiçe yaşayan bir toplumuz. Basın yöneticileri aslında neyi yapmaları ve neyden uzak kalmaları gerektiğini çok iyi biliyorlar ama “Habercilik refleksi” dediğimiz meslek hastalığı sebebiyle zaman zaman bazı inceliklere riayet etmiyorlar.

Her şehit haberinden sonra şehit ailelerinin harîmine kadar giren muhabirler, orada ağlayan, feryad eden, mânen yıkılmış ailelerin duygularını en geniş ve abartılı hâliyle akşam haberlerinde yayına koymaktan çekinmiyorlar; bu abartılı sunuşta bilmeden teröre destek olmaktan ziyade hükümeti güç durumda bırakmak gibi ince ve ucuz bir hesabın izlerini görmemek mümkün değil. Şehit cenazelerinde aynı yanlış tekrar ediliyor. Böyle anlarda vakur duruşu vurgulamak yerine, şehit haberinin toplumda meydana getirdiği psikolojik çöküntüyü ballandıra ballandıra sunmak, teröristlerin üste para verseler bile yaptıramayacakları bir bedava propagandadan başka şey değil.

Geçen hafta, “Kaçırılan kaymakam’ın videosu” internet sitelerine düştü ve insana şaşkınlık verecek bir hızla neredeyse her haber sitesi tarafından yayına sokuldu; bu görüntülerin teröre yardım ve yataklık anlamına gelebileceği, seyreden insanlarda, “Kaymakamını bile koruyamayan devlet, sıradan vatandaşları nasıl himaye eder; bu bir acizlik değil midir?” sualinin uyanmasına yol açtı. Duyarlı yayın organları hatayı çabuk fark edip görüntüleri kaldırdılar ama bir yerde iş işten geçmişti.

-Peki, bu sansür değil mi, diye itiraz edecekler olabilir; “Sorumluluk” kavramı burada hatırlanmalı işte. Toplumun tamamını tehdit eden ve şiddet kullanan bir örgütün bedava propagandasını yapmanın basın hürriyetiyle ilgisi yoktur. Nitekim Gaziantep’te masum sivillerin katledildiği hadisede hükümet, vakit geçirmeden olayla ilgili yayın yasağı getirerek doğru bir tedbir aldı. Basın hürriyetinin tahdid edilmesini savunmak hoş değil fakat, haber karşısında her türlü ahlâkî kayıttan sıyrılarak vahşî içgüdülerle, kan tutmuşçasına haber yapılmasını da savunmayacağız.

Her doğruyu yapmaya gücümüz yetmeyebilir ama yaptığımız her şey doğru ve ahlâkî olmalıdır.


Kaynak (Arşiv)