Bekir Sıdkı Bey hala yaşıyor!

Büyük sanatçılar sadece sesi ve sanatıyla değil, şahsiyetiyle de büyük olmayı başarabilmiş insanlardır. Bekir Sıdkı Bey, bizim âlemimizin büyüklerindendi; Allah gani gani rahmet etsin.

Hâlâ o zevzeklikte ısrar edenler var mıdır? İhtimâl vardır; vaktiyle sanattan kültürden anladığını ileri süren birisi çıkıp, "bizim klasiklerimiz yoktur" deyivermişti.

Fiiliyatta bugün varla yok arasında bir yerdeyiz; fiilen yok, yok çünkü klasiklerle bütün bağlarımızı fiilen kopardık ama klasiklerimiz var; orada duruyorlar ve biz onlardan gıdalanmaksızın, hatta çoğu zaman onları yok sayarak hayatımızı yaşayıp gidiyoruz. Bugün klasiklerimizden feyizlenen insan sayısı, "güzîde"lerle sınırlıdır: Klasik Türk nesri, klasik Türk şiiri, klasik Türk Musikisi, mimarlığı, yazı ve süsleme sanatları, kitap ciltçiliği, oyma, kakma, mobilya işleri, tekstil sanatları gibi meşgaleler artık "marjinal" görünmeye başladı. Dünyanın hiçbir yerinde klasikler, gündelik hayatın ve kalabalıkların gündeminde yer tutmaz ama onlar daima vardır ve deniz fenerleri gibi, çok uzaklardan isteyenlere yol gösterirler.

"Bizim klasiklerimiz yok" diyen adam, belki de "biz klasiklerimizi tahrip ettik" mânâsında kinâyeli bir ifadede bulunmuştur da muradını yeterince anlatamamıştır. Mâ"şeri hâfızamızı tahrip ettiğimiz doğru ve kesindir; eski hayatın nirengilerini tanımak için gereken bütün "âlet"lerden mahrumuz ve böyle olduğu içindir ki klasiklerimizin varlığı-yokluğu bir tartışma mevzuu olarak tazeliğini koruyabiliyor.

Musikimize, kendi elimizle revâ gördüğümüz iftiraları hatırlıyoruz değil mi? "Sarayda yaşayan bir avuç zâdegânın zevkine hitap eden ve Şark"ın bütün atâletini ve tembelliğini yansıtan uyuşuk bir zümre sanatı". Mektepleri kapatılmış, devletin azarlamasına uğramış, icrâsı radyolarda yasaklanmış, en yüksek icrâcıları sağa sola savrulmuş hazin bir terekedir bizim musikimiz. İftirâlara cevap vermek gereksiz, sadece şu kadarı ifâde edilebilir: Her klasik sanat gibi Türk musikisi de anlamak, zevk almak, yaşamak ve yaşatmak için yüksek eğitim, terbiye ve kültür isteyen bir sanat dalıdır. Dildâde, peçesini ancak lâyıkınca ter döküp emek verenlere aralar ve yaşmağının kenarından güzelliklerini hissettirir. Bütün klasik müzik formları gibi bizim klasik musikimiz de düşünen musikidir; sadece düşünmekle kalmaz, yakarır, acı çeker, şikayet eder, arar, bulur ve teslim olur. Ezcümle klasiklere nüfuz etmek emek ve sabır işidir ve nihai planda zihnî bir eğilim meselesidir.

İşte böyle bir demde, Türk Musikisinin son büyük icrâcılarından rahmetli Bekir Sıdkı Sezgin"in hâtırasına yapılmış çok değerli bir musiki albümünün ikinci defa basılacağını öğrenmek beni çok mutlu etti. "Bekir Sıdkı Sezgin, Klasikler I-II ve Türk Dini Musikisi Klasikleri"" ismini taşıyan bu albüm, bir süre önce Türk Musikisi Vakfı ve Kaf Müzik şirketi tarafından hazırlanarak piyasaya sürülmüştü. İki disk halinde tertiplenen lâdini eserlerden oluşan ilk albüm, Rahmetli Bekir Sıdkı Bey"in bugüne kadar icrâ ettiği yüzlerce kayıt arasından büyük titizlikle seçilmiş eserlerden müteşekkil. Toplam 35 nadide eseri ihtivâ eden bu iki albümdeki eserleri Türk Musikisi vakfı adına seçen heyetin isimlerini zikretmek isterim: Faruk Berksan, Kudsi Sezgin, Hilmi Şenalp, Sadrettin Özçimi, Osman Simav ve Mehmet Güntekin. Dini musiki klasiklerinden bazılarının yer aldığı üçüncü albüm ise ezan, n"at, mevlid, durak, tevşih, kaside, şugl, ilahi ve aşr-ı şerif gibi hemen bütün formlardan örneklerle dolu bir mektep hüviyetinde.

Bu üç albümün kıymeti, birinci plânda Bekir Sıdkı Bey gibi her asırda misline ancak birkaç defa tesadüf edilir bir büyük icrâcının ses kayıtlarını ihtiva etmesinden geliyor ama bununla kalmıyor, albümlerde, adeta akademik bir titizlikle hazırlanmış, fotoğraf ve belgelerle zenginleştirilmiş 56 sayfalık birer de broşür bulunuyor. Bu broşürlerin hazırlanmasında emeği geçenlere dikkat ederseniz, işin ne kadar ciddi tutulduğunu göreceksiniz. Broşürün metnini, genç ses sanatkârlarımızdan Mehmet Güntekin kaleme almış ve metin ayrıca Murat Bardakçı"nın Farsça, İskender Pala"nın Osmanlı Türkçesi nokta-i nazarından yaptığı titiz tashihlerle ayrıca bir değer kazanmış bulunuyor. Bir albüm broşürü için bu kadar emek ve ihtimam gösterilmesi artık nâdir rastlanan bir titizlik eseri haline geldi ki ayrıca kutlanması gerekir.

Evet, böyle bir albümün ilk baskısının kısa zamanda tükenmesi güzel bir haber; söz konusu olan ne cinsiyeti meşkûk bir pop yıldızının, ne de insanda "buna fena halde eziyet ediyorlar galiba" izlenimi veren canhıraş bir sesle icra-yı sanat eyleyen bir arabeskçinin albümüdür; tam aksine sanatçı dostlarının, Bekir Sıdkı Bey gibi bir büyük şahsiyetin ardından gösterebilecekleri en büyük vefâ ve kadirbilirklik eseridir. İnsan sevinmez de ne yapar?

Büyük sanatçılar sadece sesi ve sanatıyla değil, şahsiyetiyle de büyük olmayı başarabilmiş insanlardır. Bekir Sıdkı Bey, bizim âlemimizin büyüklerindendi; Allah gani gani rahmet etsin. Bu albümü hazırlayan dostları ise tam bir "hayr"ül halef" olduklarını isbat ettiler; onlara da gönül dolusu teşekkür borçluyuz. 1996 yılında, altmış yaşında iken aramızdan ayrılan Bekir Sıdkı Bey"in, hoş kubbede bıraktığı sadâ hiç dinmesin.

AKLINIZDA BULUNSUN

ANNE; KADINDAN DA FAZLA

Annemin vefatından sonra Anneler Günü benim için sadece bir burukluk vesilesi haline geldi ve belki de bu yüzden geçen pazar günü gazeteleri elden geçirinceye kadar o günün Anneler Günü olduğunu fark edemedim. Gazetelerin, arada-sırada da olsa böyle hayırlı işlere vesile olması güzel. Hemen telefonu kucaklayıp hısımlık itibariyle en yakınımdaki anneleri arayıp tebrikte bulundum. Anladık, anne sevgisini metâlaştırmak için icat edilmiş bir kapitalist oyunudur filan ama, insanların birbirini hatırlaması ve gönlünü almasındaki güzelliği de ıskalamayalım. İyi oluyor.

Neden sonra içim cızz etti; yüreğim burkuldu; Annelerin iyi-kötü bir günü var ve o günde anne olamayan hanımların neler hissettiğini onlardan iyi kim bilebilir; herhalde güzel şeyler değildir. Bakmayın Feministlerin, o, "biz kadınlar erkek milletinin çocuklarını doğurmaya mecbur muyuz?" çaçaronluklarına; kadınlığın evc-i bâlâsı, annelik değilse nedir ki? O sebeptendir ki ara-sıra eşimin, oğullarına benden ziyade ihtimam ettiğini, ilgi ve şefkat gösterdiğini hissedince kıskanmak içimden geçmiyor; aslında geçmedi değil: Erkeklerde biraz tavuskuşu tabiatı vardır ve hanımları için dünyanın en kaydadeğer insanı olmak isterler lâkin bu talep fıtrata aykırıdır. Erkek bir yol arkadaşıdır kadın için; evlât ise, belki de varoluşun en anlamlı tezahürlerinden biri. Anneyle evlâdı arasına girip, orada hâsıl olan sıcaklıktan pay ummak, nereden bakılırsa bakılsın akıl kârı bir iş değildir ve hakikat, erkeklerin en zayıf ve güçlü tarafını inşâ eder.

Lâmı-cimi yok; Anneler Günü, gelecek seneden tezi yok herhangi bir sebepten ötürü annelik saadetini yaşayamamış bütün hanımları da kaplayacak şekilde genişletilmeli. "Dünya kadınlar günü var ya" filan demeyiniz; oradaki cins ayrımcı edâ bana her zaman soğuk ve itici görünmüştür zira anne, kadından daha fazla bir şeydir. Böyle bir günde asıl hatırlanması ve onurlandırılması gerekenler, hilkatin veya kaderin kendisinden bu saadeti esirgediği hanımlardır.

Evlâdı ne kadar hayırsız olursa olsun bir annenin yaşadığı güzellikler vardır, biz onları hiç bir zaman bilemeyeceğiz, ama anne olamayanların böyle bir günde annelerden ziyade ilgi ve hürmete ihtiyaç duydukları âşikârdır.Her kadın annedir çünkü.


Kaynak (Arşiv)