Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Tamam aynı fıkrayı bir kere daha anlatacağım ama, durumu izah etmek için bundan daha güzeli gelmiyor aklıma.

Adam, nasıl derler, o çok kullanılan tâbirle "beynamaz".

Bu kelimenin aslî şeklini biliyorsunuz ama bilmeyenler vardır, izah edelim: "Bî namaz", yani namazsız, yani icab ettiğinde "elhamdülillah, biz de Müslüman çocuğuyuz; şimdilik fırsatımız olmadı ama dedemle ninem hacca bile gittilerdi" diye iç burukluğu geçiren cinsinden biri.

Etrafındakiler sıkıştırıyorlar;

-Koca adam oldun, ev bark sahibisin, nerdeyse boyunca çocuğun var, ayıp, artık namaza başla!

Evvelleri pek aldırış etmiyor, "O da olur inşallah; yakında düşünüyorum, üstüme varmayın, ben namaza başlayınca bırakacak takımından değilim." filân diye geçiştiriyor ama çoğumuz vaktiyle bu tür ısrarlara muhatap kalmışızdır; insanın içinde ukde gibi durur, rahatsız eder. Bakmış ki olmayacak, başlamış namaza.


Şimdi "başlamış namaza" deyince aklıma bir başka fıkra geldi. Aslında fıkra filan değil, birebir aynısının tıpkısı neviinden hakiki bir hâtıra.

Yalnız okuyucu, burada dikkat isterim; fıkrayı yarıda bölüp bir diğerine başladık ama siz buraya bir balmumu yapıştıracaksınız, bitince tekrar bu noktaya dönmek için.

Anlaştık mı? Peki öyleyse!

Hadisenin kahramanlarından birisi arkadaşımın babası. Hayli sene önce rahmetli oldu, diğeri ise onun bir arkadaşı.

Bunlar, vaktiyle etrafında orman bulunan bir köyde yaşıyorlar. Gayrı tarla mı açıyorlar, yoksa yaklaşan kış için yakacak mı tedarik ediyorlar bilmem.

Küreği, kazmayı, baltayı alıp kök sökmeye gidiyorlar.

Ben görmedim; arkadaş dedi ki; "Belâlı bir iştir, insanın burnundan getirir. Ağaç dibinin etrafını daire şeklinde kazacaksın, yolunu kesen kökü keseceksin, iyice derine gideceksin ki sökebilesin; zor iştir yani."

Neyse, sabahın köründe başlıyorlar kök sökmeye. Bir, iki derken kuşluk vakti geliyor; biraz istirahat edip yeniden kazmaya sarılıyorlar. Arkadaşın babası bir ara güneşe bakıyor,

-Oo, diyor; "güneş batıya yıkılmış nerdeyse, öğle geçmiş, haydi Mahmut şu derede abdest alıp da namazımızı kılalım!"

Adamın adı Mahmut filan değil, meselâ dedik yani. Mahmut, kasketi arkaya yıkıyor; ağrıyan belini dinlendirmek istercesine arkaya doğru kaykılıp çatırdattıktan sonra yağlığı ile terini silip önündeki yarısı sökülmüş köke bakıyor,

-Hele sen git de diyor, ben şu kalan iki kökü daha söker gelirim!

-...?

Arkadaşın babası, yeni bir şevkle kazmaya sarılan Mahmut'a şöyle bir bakıyor,

-Ulan köftehor, diyor, "Şurada dört rekât namaz kılmak, iki kök sökmekten daha mı zor?"


Şimdi geçiyoruz öteki hadiseye; balmumu yapıştırdığımız yere. Siz bu arada bir kere daha bakınız.

Bizim beynamazın hadisesi işte bu esnada, yani hısım akrabanın "artık namaza başla" diye çıkıştığı günlerde geçiyor.

Konu-komşudan birkaç kişi camiden çıkarken bakıyorlar ki, "a", bizim beynamaz arkadaş; tâdil-i erkâna pek münasip tarzda namazını kılmakta; cemaat çıkarken namazda olduğuna göre, ya biraz gecikti veya geçmiş zaman borçlarının kazâlarını edâ ediyor.

Pek bir seviniyorlar, kapı ağzında başlıyorlar fiskosa,

-Maaşallah bak ne güzel kılıyor namazını...

-Zaten, 'Başlayacağım' diyordu, aferin, sözünde durdu.

-Pek de güzel olmuş canım; yüzüne nur gelmiş...

-Yaa, Müslüman evlâdı ne de olsa; onca sene beynamaz gezdi ama bak doğru yolu buluverdi...

Bizimkiler kapıağzında konuşadursunlar, adamımız her bir şeyden haberdar, kulağının birini kapıağzına vermiş zevkle dinliyor, gururlanıyor, bir kibirleniyor, bir göğüsleri kabarıyor...

Secdeden kalkıp ikinci rekâta başlamak üzere doğrulurken dönüyor kapıya, kapıdakilerle göz göze geldikten sonra diyor ki,

-Üstelik oruçluyum haa!..

Devam ediyor namaza!


Efendim oruçluluk hali böyledir biraz; karşıdan kolay kolay sezilmez. İçe kapalı, derûnî bir ibâdet. İşin hoş tarafı oruç tutmak için sûretâ bir şey yapmak gerekmemesidir; bir şeyleri yapmamak yetişir. Bu yüzden oruç ibadeti, halk arasında "tutmak" fiili ile beraber zikrediliyor; görünmeyeni, hissedilmeyeni biraz daha somutlaştırabilmek için.


Bugünden tezi yok, senenin sair zamanında namaz kılmaktansa "iki kök daha sökmeyi" tercih eden necib matbuatımız, siz değerli okuyucularına "üstelik oruçluyum haa!" makamından neşriyata başlayacak, evvelâ kesif bir "oruç en iyi ne ile açılır?" münakaşası başlattıktan sonra dinibütünlüğü kimselere bırakmayarak bir ay, başında namaz takkesi, elinde tesbih, ayağında takunya ile gezecektir.

Olsun; yine de güzel. Bir düşünün, ya kalan on bir ayda da böyle dinibütün olsalardı ne olurdu?


"Ne olurdu" dedim de bakınız aklıma ne geldi?

Beynamazın biri, bir mecliste konuşulanlara kulak misafiri olmakta; sohbet, "gece namazı"nın yani yatsının geç saatlerde kılınmasının daha faziletli olduğu hakkında. Bizimki, namazı geciktirmenin güzel bir şey olduğu zehabına katılarak atılıyor:

-Siz yatsıyı sabah namazına yakın kılıp büyük sevap kazanıyormuşsunuz; ben hiç kılmadığıma göre kim bilir nasıl ecir kazanıyorum?


Ramazan'ınızı tebrik ederim efendim; bu gönül, dualarınızda hatırlanmak ister!