Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Siyasete soyunup ahaliden oy isteyenlerin müştereken, hatta inat ve israrla kullanmaktan hoşlandığı bir tâbir var: Hizmet!

"Ben sizin hizmetinize talibim.., size hizmet en büyük ibadettir..., bunca yıllık tecrübemi sizlerin hizmetine sunmaktan gurur duyuyorum" filan derler ya hani. Meseleye kuşbakışı nazar edince bunca okumuş yazmış, uyanık ve becerikli adamın bize hizmet etmek için birbirini paralaması insanın hoşuna gidiyor; en azından kendinizi "hizmet edilmeye lâyık" biri gibi görmeye başlıyorsunuz. Amma velâkin bu gibi küçük rüşvet kelâmlarının ciddiye alınması tehlikesini ne yapalım? Siyaset de diğerleri gibi bir iş nihâyetinde. Fırın bozulduğunda onarmaya gelen tamirci, bize hizmet ediyorsa tamam ama adam sadece işini yapıyor, parasını alıyor ve gidiyor; hani bedavadan makineyi tamir edip üstüne de elimizi öperek "duanızı beklerim muhterem büyüğüm" demiş olsa belki hizmetten söz edebiliriz!

Öyleyse dürüst olalım; siyaset dediğimiz şey, öyle yok hizmet, olmadı ibâdet neviinden bir ucu metafizik şükran duygularına karışmış bir zenaat değildir. Hizmet dediğiniz biraz karşılıksız olmalı. Vakıa bir ev bile geçindirmez ama muhtarlığın bile maaşa bağlandığı bir ortamda bütün siyasilerin sadece işlerini yapmasını bekleriz, hizmet değil.

Belki de bu yüzden siyasete içim hiç ısınmamıştır. Bilirim ki muhayyel seçmenlerim benden "hizmet" beklerler; aslında onların hizmetten ne anladığı cümlemizin âşikârıdır: Oğluna iş, kızına torpil, yeğenine rapor, dayısının oğluna kredi, bacanağına "hâmili kart yakinimdir" mektupları. Siyasetle uğraşanların ve seçmenlerin "hizmet" kavramının muğlak ama derin karşılığında uzlaşmaları tesadüf mü? Değil; biraz aklı erenler zaten buna "Türkiye gerçeği" diyorlar.

Hayır efendim, kat'iyyen yapamam; evvelki seçimlerden birinde -ayıptır söylemesi- belediye başkanlığına adaylığımı koymam için sıkı bir teklif almıştım da o'ssaat uykularım kaçıvermişti. Hele bir düşünün, benim gibi tembel, şahsi konforuna düşkün, muayyen zamanlarda yalnızlığa âşık ve ehlikeyif bir adam, bunca nimetini teperek siyasete atılacak; o kahve senin, bu mahalle benim beldeyi karış karış dolaşacak: Nerede bir iskemle görse, derakap üzerine hoplayıp, "aziz hemşehrileriim, been, hizmeet" diye nutuklar atacak. Ondan evvel gülümseyen resimlerini çektirip altına "sizler için hizmete talibim" yazısıyla poster yaptırarak arabaların arka camlarına yapıştırtacak; yüzlerce, binlerce tanımadığı adamın elini sıkacak, olmadı Hasan Celâl Ağabeyin yaptığı gibi adamlara elense çekip şapur şupur öpecek; üzerinde ev, iş ve cep telefonlarının yazılı olduğu kartvizitler dağıtarak altına, "günün 24 saati emrinizdeyim" yazdırıp uyku-tüneği kaybedecek...

Olacak iş değil azizim, kat'iyyen!

Dahası var, illâ ki mevcut başkan -her kimse- kötülenecek, beceriksizliği, vurgunculuğu, hırsızlığı illâ ki üstü örtülü de olsa imâ edilecek, sair parti adayları hakkında "iyidir hoştur, fakat ciğersizin biridir; siz onu boşverin, bana oy verin" meâlinde lâflar edilecek. Bu esnada mütemadiyen benzinciye, taksiciye, matbaacıya, bayrakçıya, terziye berbere, ayakkabıcıya, şuna-buna para harcanacak; kahve sohbetlerinde ağalık kimselere bırakılmayıp hesaplar ödecek. Ne kadar sevimsiz işler değil mi; hepsi de şu "hizmet" için. Borç alsan bir başka dert, vardan harcasan ayrı eziyet.

Bitmedi; en büyük tehlike geride bekliyor!

Hafazanallah; diyelim ki seçimi kazandım; Eyvah ki ne eyvah!

Elveda serserilik saatleri, elveda sevmediğin adamlarla yüzyüze gelmemek lüksü, elveda yüz gram çekirdekle şehrin ana caddesinde kaldırıma çekirdek kabuğu tükürerek sağa sola bakınıp yaylana yaylana gezinme saadetleri, elveda cep telefonu taşımama kabadayılıkları, elveda hürriyetim.

Sabahın köründe deliler gibi ayağa zıplayarak fırıncıya, lokantaya, çöp ekiplerine baskın kontroller yapacak adam mıyım ben? Kuşluğun sekizinden yatsı saatlerine kadar kapısı açık bir makam odasında, sellemehüsselâm her gelenin derdini dinleyen, herkese güleryüz gösteren, "yapacağız, edeceğiz, cart olur, curt olur" diye ayak üstü kırkiki yalan söyleyen bir adam düşünün; bu kişi ben olabilir miyim? Asla!

Şehir hudutlarına giren her bürokratı, siyasiyi, kalantor işadamını, artisti, televizyoncuyu, yazarı, çizeri karşılayacaksın; adamların yüzüne karşı yağ yakacak, karnını doyurup üstüne kahve ısmarlayacak, ağırlayıp misafir edecek, daha da kötüsü eğer adam konuşmak ihtiyacındaysa sözünü kesmeden sonuna kadar dinleyeceksin.

Olabilemez; kâbus gibi bir şey; ben ha!

O yüzden bu nazik teklifi yapan arkadaşlarıma, lâfı bu kadar dallandırmadan kısaca "hayır" demiş ve içimden ilâve etmiştim, "zira memleketime hizmet etmek hiç içimden gelmiyor."

Bana "memleket düşmanı, hain" demeyeceklerini bilsem, yüzlerine de söylerdim ama çekindim, lâkin insaf ile söyleyin arkadaşlar, "ben memlekete hizmet etmek istemiyorum; işimi adam gibi yapmak bana yeter de artar bile" diye düşünmek suç mu?

Siyasi geleceğim varsın kararıversin; küçük saadetlerimi hiç bir "hizmet aşkı"yla değiştirenlerden değilim ben arkadaş..

Oh be; söyledim, rahatladım işte!