Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Ömrünü kitaplara adamış bir insanı, günün birinde maddeten ödüllendirecek bir mekanizma yok ülkemizde. Bu bakımdan kitapsever olmak, maddi mânâda kör yatırımdır. Ne var ki kitapları, "günün birinde satar, bir hâcetimi gideririm" fikriyle edinmiyoruz. Kitapla alıcısı arasındaki ilişki, bu cinsten kâr hesaplarından âzâde, eski tâbirle "hasbî" bir münasebettir; biraz gönül işlerini andırır.

Kitap estetiğini konu alan yazıya anlamlı iki okuyucu mektubu aldım; bunlardan ilki, bir öğretim üyesine aitti ve değerli kitaplarını imkânları elverdiğince yurtdışında ciltlettirdiğini, batıda bu işle uğraşan ciddi firmalar olduğunu belirtiyordu. Meseleye aynı açıdan yaklaşan, kitabın cildinden şirazesine ayrıca bir sanat eseri niteliği taşıdığını bilen birinin varlığı bana mutluluk verdi; inşallah sayımız çok daha fazladır.

<!--more-->

İkinci mektup ise kısaca, "bir yiğit kitaplığını satışa çıkarırsa" diye özetlenebilecek bir mâhiyet taşıyor. Okuyucu yıllardan beri harçlıklarından kısarak satın aldığı ve biriktirdiği 2500 kitaptan 2200'ünü, ihtiyacı sebebiyle satılığa çıkarmış; ne var ki ikibin küsür kitabına 4 bin liraya müşteri bulamamış. İkinci el kitap işiyle uğraşan bir satıcı, yekûn 2 bin lira teklif etmiş. Okuyucu ise haklı olarak, "İçinde 700-800 sayfalık ciltli eserler, bazı dergi koleksiyonları bulunan kitaplarımı tanesi 175 kuruşa satamadım." diye yakınıyor.

"Oysaki" diyor mektubun devamında, "Bu ülkede her gün üç dört kitabevi açılıyor, her gazete kitap eki veriyor, her yıl binlerce kitap basılıyor. Bu veriler, Türkiye'de artık bir kitap piyasasının oluştuğunu gösterir ama öyle değilmiş. Demek ki insanlar kitapları kitaplığına koyup saklamak için değil, tüketmek için alıyor. Halbuki sahaflık demek, baskısı bulunmayan veya baskısı bulunduğu halde eski baskısı veya kullanılmış nüshası en azından yenisinin üçte bir fiyatına alınıp satılan yer demektir." diyor ve sözlerini şöyle noktalıyor: "Bu mektubu yazan kişi olarak öldüğümde, geride kalan kitaplarım ya bir sahaf veya kendine 2. el kitapçı diyen biri tarafındah ya bedavaya veya 100-200 liraya alınıp götürülecek!"

Allah gecinden versin fakat okuyucunun haksız olduğu noktalar var; dünyanın her yerinde toplu halde satışa çıkarılan kitaplıklar değerini bulmaz (velev ki ünlü birinin, "işe yarar" diye bilinen evrakı veya antik değeriyle dikkat çeken kitap koleksiyonları olsun; geçenlerde bir Mason'un evrakı hayli yüksek bir fiyatla müzayedeye konulmuştu) bunun haricinde kitabın eski bir yorgan kadar "taban fiyatı" yoktur. Kitabın fiyatı, pek çok 2. mal eşyada olduğu gibi alıcı ile satıcı arasında belirleniyor. İşin ticaretini yapan birisi, elbette her kitaba tek tek fiyat vermez; tecrübeli gözlerle şöyle bir taradıktan sonra satabileceklerini ve rafta bekleyecekleri hızlıca hesap edip düşük bir rakam teklif eder. Sahafların meseleye bakışı budur ve bu bakış açısı kendince haklıdır. "2. el kitap piyasası" diye bir şeyin olmadığı da doğru; okuyucunun hayal kırıklığı, bu gerçekle bizzat yüzyüze kalmış olmasından kaynaklanıyor. Biraz insafsız bir gerçek ama ne yapılır? Ömrünü kitaplara adamış bir insanı, günün birinde maddeten ödüllendirecek bir mekanizma yok ülkemizde. Bu bakımdan kitapsever olmak, maddi mânâda kör yatırımdır. Ne var ki söz açılmışken şu noktayı da sorgulamalıyız; kitapları, "günün birinde satar, bir hâcetimi gideririm" fikriyle edinmiyoruz. Kitapla alıcısı arasındaki ilişki, bu cinsten kâr hesaplarından âzâde, eski tâbirle "hasbî" bir münasebettir; biraz gönül işlerini andırır.

Kitapların devredilebileceği en iyi "2. el", elbette, kitap kadri bilen hayırlı evlâtlardır; o olmazsa bir kütüphaneye bağışlamak çok daha güzel. Her hâl ü kârda kitabın, kadirbilir ellere düşmesi temenni edilir.

Tabii, bu noktada "kitap" derken meseleyi genelleştirmekteyiz; benim için değerli bir kitap, bir başka kitapsever için aynı kıymeti ifade etmeyebilir pekâlâ. 2. el kitap satan dükkânların depolarını veya dükkânın önüne dönüp tanesini 1-2 liradan satışa çıkardıkları şeylerin niteliğini görünce ister istemez siz de aynı şeyleri düşünürsünüz.

Ne olursa olsun bir yiğidin (hanımlar da aynı kapsamdadır), günün birinde kitaplarına elveda demek zorunda kalması iç burkucu bir hadise. O zaman farkedilecektir ki, kitaplığımızda duran her kitabın kendince bir hikâyesi var ve biz bu hikâyenin bir kısmına müşterek olabiliyoruz. Biraz daha düşününce göreceğiz ki, "benim kitabım" diye bir şey yok; bize ait hiçbir şey yok aslında.

Çabucak tahribe uğramasına bakıp aldanmamalı; kitaplar insanlardan daha çok yaşıyor ve bizim kitaba bakışımız netice itibariyle onu, bir dünya nimeti olarak görmektir. Bütün dünya nimetlerinden kopup hayata veda ettiğimiz gün, onlardan da ayrı düşeceğiz.

Bütün mesele doğru kitapları doğru okuyup, doğru anlamak ve doğru uygulayabilmekte değil midir?

AKLINIZDA BULUNSUN:

BİR "MÜTEFEKKİR" MİMAR; BİR "MUHALLED" ESERİ!

Eski dilde böyle eserlere "muhalled", yani "kalıcı, zaman durdukça kıymetini yitirmeyen" eser derlerdi. Yaşayan en değerli mütefekkir mimarlarımızdan Doç. Dr. Turgut Cansever, Albaraka Türk'ün katkılarıyla irfanımıza çok değerli bir eser daha armağan etti: Mimar Sinan. "Prestij kitap" formatında basılan eserin kıymeti, yazarının mimarlık, İslâm Sanatı ve İslâm Mimarlığı hakkında "manifesto" değerinde etraflı bir giriş kaleme almasından kaynaklanıyor. Bu metindeki yaklaşım ve fikirlerin, sanatçılar ve özellikle mimarlar arasında hararetli ve verimli tartışmalara yol açmasını ümid ediyorum.

Mimar Sinan kitabı, Sinan eserlerini listeleyen bir katalog çalışması değil; Mimar Sinan'ın sanatını anlamaya çalışan, onun malzemeye, mekâna, arza nasıl baktığını ve hangi felsefi düşüncenin idaresinde biçimlendirdiğini izah eden bir eser. Mimarlık literatüründe bu yaklaşımı benimseyen orijinal ve yerli müellif adedinin pek fazla olduğunu zannetmiyorum. Bunun haricinde eser, usta elinden çıkmış fotoğraflar ve özellikle fotoğrafları yorumlayan zengin resimaltları ile derinliklerine zevkle yuvarlanabileceğiniz bir mahiyet taşıyor.

Aziz mütefekkir-mimarımıza "ellerinize, zihninize sağlık" demek yetişmez; müsaadenizle, kendisine bu eserden dolayı duyduğum şükran ve minnet hissini, "ellerinizden öperiz; eser veren elleriniz dert görmesin" niyazıyla ifade etmek isterim.