Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Zaman"daki yazılarınıza kimi okuyucular internetten yorum yapıyor.

Benim dikkatimi çeken ve muhtemelen sizi de biraz sıkan husus, bu yorumların pek çoğunun ana ekseninin "Teşekkürler Ahmet Bey"de dönmesi. Belki bunun sebebi, bizde eleştiri geleneğinin zayıf olmasıdır; nedense sevdiğimiz yazarlara adeta mürşit gibi bakarız biz, fikrimizi onlarla zenginleştirmek yerine, fikrimizi onlara göre şekillendiririz. Fakat benim asıl söylemek istediğim bu değil. Okuyucu yorumlarında dikkatimi çeken bir husus oldu: Size yorum yazan okuyucular, Arapça ve Farsça kelimeleri daha sık kullanıyorlar. Siz dil meselesi hakkında sıklıkla yazdığınız için okuyucu kitleniz de ona göre biçimlenmiş olabilir; yahut öyle çocuk tipler vardır bilirsiniz, yazarın ilgisini çekmek için onun seveceği tarzda yazarak dikkat çekmek isterler. Sebebini bilemiyorum, ama kantarın topuzunun da bazen kaçtığını düşünüyorum. Ve bu "bazen"ler bana zihnî bir zafiyetin ipuçlarını veriyor gibi geliyor.

Zafiyet şu: Galiba bazılarımız dil meselesini yine yanlış anladı. Dilde devrim tek kelimeyle saçmalık, dil ile fikrin ayrılmazlığı kesin bir hakikat, bir kelimenin sırf Arapça olduğu için kullanılmaması cinayet ve dil şüphesiz ki uzun yüzyıllar boyunca kültürle şekillenen bir müessese. Bunlar tamam; tamam ama dil ile uğraşırken fikri tümden kaçırmak, yahut dili, fikrin birkaç gömlek önüne geçirmek de bir hata olmalı. İnsanın oluşturduğu hiçbir hakikat mutlak olamaz ve doğrular zamanla değişebilir, kimi dönem dile fikirden kat kat değer vermek de gerekebilir (mesela uydurukçanın en azıya aldığı zamanlarda hiç bilinmeyen bir Arapça kelimeyi bile kullanmak, dengelemek adına doğru olabilir), burada da problem yok. Fakat dil ile onu kullanan insan arasında hiçbir ilişki yok mudur peki? Şunu söylemek istiyorum: Kimi kelimeler, onu kullanana göre değer kazanabilir; mesela "ezmine-i kadime" gibi bir tamlamayı siz kullansanız hiç problem değil, sizin üslubunuz ve bütünüz içinde bu hiç sırıtmaz, tersine güzel olabilir. Çünkü bu tamlamayı kullandığınızda siz onu kendinize mal etmiş olursunuz, fakat kelimeyi kendine mal etmeyen, üslubunu ona göre oluşturmayan birinin, böylesi bir tamlamayı kullanması hemen sırıtacaktır. Bir yazınızı hatırlıyorum "cümle"yi tekrar keşfetmek" diye, demek istediğim tam da o aslında; cümle veya daha da genelleştirirsek üslup, yazarın kendisine, karakterine, fikrine kelimeye göre daha yakın, onu daha iyi aksettiriyor. Daha yukarılarda iç tutarlılığı sağlayamadıktan sonra altlarda vaziyeti kurtarmaya çalışmak da bir hata olmalı.

Zaman"daki okur yorumlarından buraya geldik, özelleştirerek konuşursak, kendim adıma Cumhurbaşkanı"nın üslubundan ne kadar hoşlanmıyorsam, mesela size sürekli yorum yazan bir okurun yazılarından da aynı derecede hicap duyuyorum. Burada ismi zikretmemin sebebi, o şahsın bahsetmiş olduğum konunun tam üzerine düşmesi, yoksa kafasında mal etmediği kelimeleri kullanarak yazmaya çalışan herkes için aynısını söyleyebilirdim. Parantez açmaya gerek yoktu aslında ama yine de söyleyelim: Kafasında mal etmediği derken asla konuşma dili-yazma dili gibi bir ayrımı kastediyor değilim, ne demek istediğimi benden daha iyi biliyorsunuz. Benden daha iyi biliyorsunuz, çünkü o yazılara bizzat muhatapsınız. Hiçbir şekilde karşılaştırılamaz gerçi ama, kendi adıma B. Ayvazoğlu"nun son derece duru dilini, o içinde bolca Arapça-Farsça oturmamış kelime içeren üslup(suzluk)lara her durumda tercih ederim.

Bilmiyorum yanılıyor muyum, acaba ne olursa olsun ısrar etmek mi gerekir; acaba iç tutarlılık hemen gelmez, belli bir çabadan sonra ancak ulaşılır, bu yüzden insanlara karşı sabırlı mı olmak lazım? Bilmiyorum, belki de insanların aslında o fark etmedikleri çocukça yanlarına karşı hoşgörülü olup, onları niyetlerine göre değerlendirmek gerekir. Bilemiyorum, ama özellikle sizin okuyucularınızda fark ettiğim bir husus olduğu ve dil konusunda hassasiyetiniz malum olduğundan görüşlerimi size yazmak istedim."