Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

"Demokrasi konuşmaktır" başlıklı dünkü makalesinde Sayın Şahin Alpay, klasik entelektüel refleksin yönettiği tekliflerde bulunuyor; özetliyorum:

Problemleri konuşarak çözmek sadece Batılı ülkelere mahsus olmayıp hemen bütün siyasi geleneklerde mevcuttur; Osmanlı ve Cumhuriyet tecrübeleri de bu geleneğin dışında kalmamıştır. Bütün aksaklıklara rağmen Türkiye dünyanın en eski demokrasilerinden biriyse bu, geleneğimizdeki medeni yaklaşımın, barbar geleneklerine galebe etmesiyle mümkün olmuştur. Başbakan ve hükümeti de, hedeflerinin çağdaş uygarlığı yakalayarak demokrasiyi geri dönülmez şekilde yerleştirmek olduğunu ifade ettiklerine göre, ülkenin en önemli problemini teşkil eden Kürt meselesini tartışarak ve konuşarak çözme gayretinde kararlılıkla sebat etmelidir. Kürt meselesinin konuşularak çözülmesinde Erdoğan'ın asıl muhatapları, meşru siyasi faaliyet gösteren bütün partilere mensup Kürtler ve öncelikle bölgenin en büyük partisi DTP temsilcileridir. DTP'liler de zaten ülkede barışı kalıcı kılmak, şiddeti gündemden çıkarmak ve ülke birliğini korumak niyetiyle hükümetle diyalog kurmak istiyorlar. Başbakan bu talebe olumlu cevap vermelidir. Terörü etkisiz hale getirmenin yolu budur. Kaldı ki Hamas'la görüşerek kendini ABD nezdinde riske atan hükümet bilmelidir ki, DTP, Hamas ve PKK'nın aksine AB ve ABD'nin terörist saydığı bir örgüt değildir.

Bu mantığın akıcılığına tâbi olmak için, aradaki bütün hüküm cümlelerini tartışmaksızın doğru saymak gerekiyor; halbuki pürüz aradaki hüküm cümlelerinden kaynaklanıyor. Meselâ DTP'nin, "ülkede barışı kalıcı kılmak, şiddeti gündemden çıkarmak ve ülke birliğini korumak" gibi konularda samimi olduğunu düşünenler için, Kürt meselesini halletmek, insanda tezcanlılık uyandıracak derecede kolay görünebilir. Niyetler resmiyete en güzel kelimelerle aksediyor ama fiiliyatta o samimiyetten eser görünmemesi nerdeyse kanun haline gelmiştir. Bence meselenin çözümü diyalog eksikliğinden kaynaklanmıyor; diyalog hep var, eksik olan samimiyettir. Samimiyet eksikse bir yerde mütâreke yapılır ama o mütâreke musâlaha'ya, yani kalıcı ve tabii barışa inkılâb etmez. Diyarbakır'da başlayan hadiselerin ilk sebebine ve gösterilerin bilahare dönüştüğü anlama bakınız, samimiyetten eser bulmayacaksınız; nitekim DTP'li bazı belediye başkanları da bu krizde samimi kalamadı. Ülkenin yöneticilerine başka dilden, AB ve ABD temsilcilerine başka üslupla, ahaliye bambaşka bir dille hitab edebilmeyi siyasi incelik sayabilirsiniz ama samimi bulamazsınız. Açık konuşalım; Kürtler adına konuşanlar, ilk ve nihai taleplerini tek cümle içinde kullanmamaya itina ediyorlar; söyleyeceklerini muhtelif anlam katmanlarına ayırarak yerine ve elverişlilik derecesine göre sarf ediyorlar. Devlet adına konuşmak durumunda olanların ise meramı ve maksûdu tektir; ülke içinde anayasaya aykırı tarzda hiçbir topluluğa özel imtiyazlar tanınamaz, hükümranlık bölgeleri ihdas edilemez ve Lozan'da belirlenen sınırlar ihlâl olunamaz.

Sayın Alpay'ın iyi niyetli tahliline bir başka noktadan katkıda bulunmak isterim: Hükümet, DTP'yi veya bir başka siyasi oluşumu muhatap kabul etmenin ötesinde, Türkiye'nin her yerinde huzur içinde yaşayan, mülk ve iş sahibi, geleceğini Türkiye ile özdeşleştirmiş Kürtlerin söz ve taleplerine de kulak vermelidir. Tâbir caizse Güneydoğu bölgesi haricinde Kürt nüfusunun en mühim ve dinamik kesimini temsilen bir "Kürt Burjuvazisi, orta sınıfı" yaşıyor; Diyarbakır'da bankanın camını kıran bacak kadar çocuğun siyasi taleplerini azbuçuk seziyoruz ama milyonlarca Kürt Burjuvası'nın, işadamının, tüccarın, memurun, sanatçının, esnafın ne düşündüğünü bilmiyoruz. Mesela Sayın Alpay'ın tabii muhatap kabul ettiği DTP, şehirli Kürtleri hangi noktaya kadar temsil kabiliyetini haizdir, bilenimiz var mı?