Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Türkiye'de öyle mahfiller var ki, dindar bir Mûsevi veya Hıristiyan, bu mahfillerde dindar bir Müslüman'dan daha fazla saygı ve itibar görür; buna mukabil insanî vasıflarına bakmaksızın her nevi gayrimüslimi istihkârla gören mahfiller de yok değil.

Demek ki "din"in inanç olmakla kalmayıp hayata ve davranışlara aksettiği yer ârızalıdır. Evvela "din kültürü" diye bir kavram var; bu, din vâkıâsını sadece İslâm'la tahdid etmeyip, bütün inançları tanımayı ve hatta anlamayı gerektiren bir kültür vizyonudur; teknoloji kültürü, spor kültürü, siyaset kültürü vb. gibi. Bir Müslüman diğer dinler hakkında bilgi ve anlayış sahibi olmazsa âhireti berbâd olur mu? O kadar teferruatı bilemem, bildiğim kadarıyla "din kültürü" "yani mukayese nirengileri" eksikliği halinde İslâm'ı lâyıkıyla algılamanın güç, hatta imkânsız olduğunu düşünüyorum. Buna ilâveten bir de "dinin kültürü", yani İslâm kültürü diye bir kavram var ki, İslâm'ın kendisi, tatbikatı ve bunların tarih içindeki yansımaları hakkında bilinmesi gereken her şeyi ihtivâ ediyor. Din kültürü ve İslâm kültürü, bir Müslüman'ın kendisini yeryüzünde inanç ve zihin bakımından istikametlendirmesi için son derece elzemdir.

Başkalarında kusur aramayı sonraya bırakıp kendimizi tenkid etmeyi deneyelim: Kimsenin itikatta kazandığı rütbeyi değerlendiremeyiz; ama bir Müslüman'ın taşıması gereken vasıflar, davranışlar ve görüntüler hakkında kimsenin itiraz edemeyeceği bazı dış kıstaslar koymak kabildir; temizlik konusunu ele alalım: İmkân var ise her sabah banyo yapmak, tırnak kesimine, dış fırçalamaya, saç ve sakal tıraşına itina etmek, temiz iç çamaşırı ve elbiseler giymek gibi lâzımelere kim itiraz edebilir? Harici temizliğin üstüne ilâve etmek gereken incelikler de var; zevk sahibi olmak, giyimde âhenkli bir üslûp tutturmak, yerken ve içerken âdâba uygun davranmak hem dinî birer vecîbe, hem de dünyanın her yerinde kişiye ilk lâhzada itibar kazandıracak sıradan gerekliliklerdir. Bu vasıflara bir de herkese karşı güler yüzlü, nâzik, anlayışlı, sabırlı ve terbiyeli olmak, öfke ve sevinci denetim altında tutmak, misafirperver olmak, ölçü ve tartıda hakkaniyete riayet etmek, her gün yaşadığımız ve çalıştığımız mekânları temiz ve düzenli tutmak gibi nitelikleri ilâve ediniz, ortaya çıkan manzara nedir? Ortaya çıkan manzara bir Müslüman'ın "itikad bir yana" evvelemirde gömlek gibi üzerinde bulundurması gereken "tabii" vasıflardır. Müslüman, toplum hayatında bu gibi nitelikleriyle tanınmalı, çevresindekilere itimad telkin etmeli, her hâl ü kârda elinden ve dilinden başkalarının zarar görmediği, tam aksine beraber olmaktan zevk alınan bir kimse olmalıdır.

"Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya" mısraı, taşıdığı nisbî doğrular yanında kendisini Müslüman sayanları eziklik psikolojisine sevk etmesi bakımından faydadan ziyade zarar doğurmuştur. Müslümanlığın rejimle inatlaştığı yüksek hararet noktaları yok değildir; ama Müslümanların "Müslüman" kimliğini, sadece eziklik psikolojisinin bayrağı haline getirmiş oldukları da bir başka doğrudur; İslâm'ın bir inat ve direniş doktrini şeklinde yorumlanmasından çok evvel şu basit şekil şartlarına ne kadar itaat ettiğimize bir bakmalıydık. Haydi doğruyu konuşalım: Müslümanların gerek "din", gerek "İslâm kültürü" birikimleri maalesef sığdır; Kur'an kursundan, camii imamından öğrenilmiş "ki bu bilginin önemini küçümsüyor değilim" basit âmentü bilgilerinin üstüne, bir ömür boyunca hiçbir şey koymadan çene kapayanlarımız az mıdır? İmam"hatipler, bilgili, muasır dünyanın suallerine cevap vermeye muktedir; ama dindar insan yetiştirme arzusunun ifâdesiydi; bu projenin istenen vasıfta insan yetiştirip yetiştirmediği meselesi hakkıyla tenkid edilmiş midir? Ben bu konuda bir otokritik gayreti görmedim; İHL'lerin kadük hale getirilmesine öfke duymak başka, otokritik çok başka bir şey!

Mâbedlerimize bir de tenkidçi nazarla bakmayı denedik mi? Mescidlerimiz temiz mi, gönül açan, huzur veren, insanı tefekküre sevk eden mekânlar mı? 21. asrın eşiğinde olduğumuz şu günlerde Türkiye Müslümanlarının hâlâ ayakkabılık ve abdesthane meselesi gibi iki basit probleme cevap üretemeyişlerinin anlamı nedir? Câmilerimiz, Müslümanların "öz yurdunda garipsin" ezikliğinin yol açtığı, etrafına meydan okuyacak kadar iri ve yüksek, gayri sıhhî, kirli, şatafat isterisine mağlup olmuş protest mekânlar olmaktan kurtarılmalı değil midir?

Bu iklime dahil olmayanlar bakımından Türkiye'de İslâm ve Müslüman imajı, işte bu kaynaklardan beslenerek kanaat haline geliyor; "Gayri millî mihrak ve medya çevreleri"nin önyargılı tutumlarını bir an yok farz ediniz; şu görüntü bize yakışıyor mu?

Meselenin bir de siyasî temsil vechesi var ki, el'an kanayan bir yaradır; otuz yıllık "İslâmî siyaset" geleneğinin bugün vardığı merhaleye bakalım; eziklik haletinin köpürttüğü öfke üzerine binâ edilmiş cılız, dayanıksız, yer yer çocukça projeler ve buna ilâveten sağlamlığından asla şüphe duyulmayan bir "mâsum lider" mitosu. İnsaf, siyasette kalite bir şey varsa, otuz senede ibrâz edilen kalite bundan ibaret mi olmalıydı? Siyasette din motifini bu kadar nobranca kullanmış olmanın acı neticeleri ne zaman fark edilecek?

Biz bu muyuz; böyle miyiz, bundan ibaret miyiz?

Büyük lâflar kenarda dursun; küçük ayrıntıları dikkate alarak ve önemseyerek bir iç tenkid yapmaya kimin cesareti varsa tartışmalıdır; hemen şimdi! Kendi rejiminden âcizlik getirerek büyük dâvâların hallini, muhayyel bir AB ortaklığı vâdesine erteleyenlerin acelesi olmayabilir; ama hakikate saygısı olanlar için gün bu gündür!..